28 Ekim 2013 Pazartesi

ÖĞRETMENLİK KOLAY DEĞİLDİR.

Başarılı öğretmen – Başarısız öğretmen


Öğretmenlik kolay değildir.

Her meslekte olduğu gibi, “Öğretmenlik Mesleğinde” de kişilikler farklı olduğundan “başarı” ve “başarısız” öğretmenin olunabilir. Eğitimcilerin ve öğrencilerin gözüyle “başarılı, iyi bir öğretmen” in özellikleri nelerdir?  Kısaca özetlemek gerekirse;  tespitlerimi sizlerle paylaşmak isterim.
İyi bir öğretmen,
1.    Öğrencilerine konuşma  fırsatı verir, onların derse katılımlarını sağlar.
2.    Öğrencilerinin  daha aktif olmaları için onları cesaretlendir. 
3.    Hata yaptıkları zaman bile öğrencilerine cesaret verir.
4.    Öğrencilerinin hatalarına karşı hoşgörülüdür.
5.    Kendi sorunlarını sınıfa getirmez.
6.    Anne-baba ve arkadaş gibi öğrencileriyle dost olmasını bilir.
7.    Öğretmeyi ve öğrencilerini sever. Öğrencilerini ciddiye alır.
8.    Sınıfta ürününü satmak için profesyonel bir oyuncudur.
9.    Derse uygun araç-gerecini ve teknolojiyi kullanır.
10.Dersine ait öğretim metot ve tekniklerini bilir.
11.Konularının öğretimine ilişkin görsel ve işitsel araçları derste kullanır.
12.Üretken bir çevre yaratır. Alanında uzmanlaşmıştır.
13.İyi davranışlar sergiler. Sabırlı ve öğretmenlik heyecanını asla yitirmez.
14.Sınavlardan önce öğretir. Tahtayı çok kullanmaz.
15. “Neyi? Ne zaman? Nasıl? ve Niçin?”  öğreteceği  konusunda  emindir.
16.Yeterince öğretmeden asla sınav yapmaz.
17.Konuları öğrencilerinin seviyelerine göre anlatır.
18.İşini ve öğrencilerini sever. Bir seferde yalnız bir şey öğretir.
19.İyi bir plâncı ve derse hazırlıklıdır. Öğrenci merkezli öğretimi uygular.
20.Öğrencilerine tanır, isimleriyle hitap eder.
21.Kendini alanında sürekli yeniler. Teknolojiyi kullanmasını bilir.
22.Derste beden dilini kullanır. Sınıfta profesyonel bir oyuncudur.
23.Derste bir yerde sabit durmaz, hareket halindedir.
24.Öğrencilerinin kendisini gözleriyle takip etmesini sağlar.
25.Öğrencileriyle arasında daima bir mesafe bulundurur.
26. Veli ve arkadaş toplantılarını yönetir.
27.Derslerine hazırlanarak, amaca uygun bir plânla girer.
28.Kendisini ve dersini sevdirir. Öğrencilerini notla korkutmaz.
29.Derslerinde öğrencilerini sıkmaz. Zaman zaman sınıfa uygun şaka yapar.
30.Her şeyi bildiğine inanmaz. Öğrencilerinin ihtiyaçlarını bilir.
31.Sınıf yönetimini iyi bilir. Sınıfta boşuna zaman harcamaz.
32.Sevgi ve saygıya dayalı bir otoritesi vardır.
33.Araştırmayı sever. Karar vermesini bilir.
34.Derste öğrencileriyle aynı frekanstadır.
35.Tatlı dil ve güler yüzle başarıya ulaşılacağını bilir.
Bu özellikleri çoğaltabiliriz.
Başarısız  Öğretmen’in özelliklerine gelince;
Sizler de öğrenci oldunuz. Hani derler ya, “En iyi müfettiş öğrencilerdir”. Belki de öğrenme hevesinizi kıran, dersten soğutan ve başarısız olmanıza neden olduğunu düşündüğünüz öğretmenleriniz olmuştur.
Başarısız öğretmenlerin özelliklerini tek tek saymak istemiyorum. Yukarıdaki özellikleri ters-yüz edersek, çıkan olumsuzluklar da “başarısız öğretmenler”in özellikleri olur.
“Öğrencinin beyni paraşüt gibidir. Açık olduğunda işe yarar…”
Tüm öğretmenlerimize  başarılı olmalarını dilerim.
Sevgi ve saygılarımla.  
Ali İhsan ÖZÇAKIR
MEB. Bakanlık Başmüfettişi (E)

27 Ekim 2013 Pazar

ALIŞKANLIKLAR KÜÇÜK YAŞTA KAZANDIRILIR

Çocuk ve sağlık eğitimi                                                                  27.10.2013

Sağlık eğitimi; çocukların sağlıklı bir hayat yaşayabilmeyi genç yaşlarda öğrenebilmeleri bakımından son derece ö-nemlidir. Erken yaşlardan itibaren sağlık eğitimi vermek ve öğrendiklerini alışkanlık hâline getirmelerini sağlamak, çocukların hem kendi sağlıkları, hem de çevre sağlığı konusunda bilinçli bireyler olarak yetişmelerine yardımcı olur.
Her çocuk kendine has eşsiz bir kişilikle doğar. Bu eşsiz kişilik, yıllar geçtikçe gelişmeye başlar. Anne-baba olarak bizlerin görevi, onların sağlıklı olarak büyümelerini ve özgün bireyler olarak kişisel gelişimlerini devam ettirmelerini sağlamaktır.
Kişisel sağlığın öneminin anlaşılabilmesi için, erken yaşlarda eğitime başlanması gerekir. Çocuğun sağlıklı bir birey hâlinde büyümesi ancak sağlık konusunda bilinçli olan bir aile ortamında mümkün olabilir. Çocuğun fizikî olarak sağlıklı bir şekilde büyümeye devam etmesi, zihinsel gelişiminin de sağlıklı bir biçimde devam etmesine yardımcı olur.
Sağlık eğitimi, sadece beden sağlığıyla ilgili şeyleri öğretmekle sınırlı değildir. İyi bir sağlık eğitimi aynı zamanda çocuğun zihinsel sağlığına da faydalı olur. Verilecek eğitim ile çocuğun bakış açısında ve tutumlarında olumlu yönde değişimler meydana gelir.
 “Önlemek tedavi etmekten daha iyidir” felsefesi sağlık konusunda hâlâ doğru bir yaklaşım olarak kabul edilir. Çocuğa sağlık eğitimi verilirken öğretilmesi gereken önemli hususlardan bir tanesi hastalıklara karşı nasıl korunma sağlanacağıdır. Önleyici tedbirler konusunda çocukları bilgilendirmek, onlarda bir uyanıklık ve bir bilinç oluşturmak öncelik verilmesi gereken meselelerdendir. Sağlıklı bir hayat için bu uyanıklık ve bilincin istikrarlı bir şekilde devam etmesi gerekir.
Çocuklara sağlıklı hayat kültürünü kazandırırken öncelikle yapabilecekleri küçük ve basit şeyleri öğretmek gerekir. Bilgilerini arttırmaya devam etmek; yaşlarına uygun görevler verip uygulamalar yaptırmak son derece önemlidir.
Sağlık eğitimi kapsamında çocuklara kazandırılabilecek bazı alışkanlıklar
Şahsî temizliği koruma:
Yemekten önce ve sonra elleri sabunla yıkama; tuvalet adabına ve sonrasındaki temizliğe dikkat etme; dişleri günde en az iki kez fırçalama; düzenli olarak banyo yapma; tırnakları kesme, sonrasında elleri ve ayakları temizleme; daima temiz ve düzenli elbiseler giyme, ayakkabılarını boyama; saçları tarama… Bu alışkanlıkları çocukların yaş seviyelerine göre kazandırmaya çalışmalıdır.
Çevreyi temiz tutma:
Sağlıklı bir hayat sadece şahsî temizliğe dikkat etmekle elde edilmez; aynı zamanda bizi kuşatan çevreyi temiz tutmaya da önem vermek gerekir. Çocuğa yaşadığı evi ve çevreyi temiz tutmanın gerekliliği anlatılmalı, ondan buna uygun davranışlar beklendiği hatırlatılmalıdır. Meselâ, kendi odalarını temiz ve düzenli tutma alışkanlığını kazanmaları konusunda; çöpleri çöp kutusuna atma hususunda; banyo ve tuvaleti temizleme gibi işlerde görev vermek suretiyle onlara yardımcı olunabilir.
Sağlıklı beslenme:
Sağlık eğitiminin amaçları arasında çocuklara sağlıklı gıdalarla beslenmeyi öğretmek de vardır. Çocukları, hijyenik olmayan yiyeceklerden ve abur-cubur tabir edilen gıdalardan uzak durmaları konusunda bilinçlendirmek gerekir. Ayrıca obeziteye yol açacak derecede yemeyi engellemek; msg (mono sodyum glumat/lezzet arttırıcı gıda katkı maddesi), tuz ve yüksek şeker içeren gıdaları sınırlandırmak fizikî ve zihnî bakımdan çocukların yararına olacaktır. Aparatif yiyecek ve içeceklerin evde hazırlanması hem aile bütçesine katkı yapacak hem de çocuğunuzun sağlıklı gıdalarla beslenmesi sağlanmış olacaktır.
Sağlıklı hayat tarzı
Çocukların geç saatlerde yatmaya alışmalarına izin verilmemelidir, Ertesi gün okul yoksa bile buna göz yumulmamalıdır. Yeterince uyumalarının onların büyümeleri ve sağlıkları için son derece önemli olduğunu anlamaları sağlanmalıdır. Keza düzenli olarak spor yapmanın, sigara içmemenin, alkol ve uyuşturucu maddelerden uzak durmanın ehemmiyeti onlara anlatılmalıdır.
Sağlık eğitiminde en önemli şey anne-babaların çocuklarına rol modeli olmalarıdır. Anne babalar çocuklarına olumlu örnek olmazlarsa, onlara nasihat vermelerinin hiçbir faydası olmayacaktır. Meselâ, anne-babanın sigara içmeye devam ederken, çocuğuna sigara içmeyi yasaklamasının hiçbir faydası olmayacaktır. Çocuklar çevrelerindeki insanları, özellikle en yakınları olan aile fertlerini modelleyen çok iyi birer taklitçidirler. İyi örnek olamayan anne-babaların çocuklarına sağlıklı yaşamayı öğretmeleri son derece zordur.  Sağlıklı hayata yönelik aktiviteler planlarken mutlaka çocuklarınızı da göz önünde bulundurun. Onları da işin içine katın. Çocuklarınızla birlikte onların yaşlarına uygun spor yapın. Meselâ, hergün (ya da düzenli olarak) bisiklet sürün, koşuya çıkın, yürüyüş yapın, yüzmeye gidin… Çocukları bu tür aktivitelere dahil etmek sağlıklı bir hayat yaşamak hususunda onları daha da hevesli bir hâle getirecektir.
TERCÜME: ERHAN AKKAYA

22 Ekim 2013 Salı

ÖDEVLERİ KİM YAPIYOR?


Abbas Güçlü 
Okullarda sözlü kaldırılmış yerine de performans getirilmiş.
Allah velilere kolaylık versin!
Artık sadece akşamları değil hafta sonları da çocukları için seferber olmaya devam edecekler...
Proje ödevleri, uzunca bir süredir zaten vardı.
Öğrenci herhangi bir konuda bazen sanal, bazen de uygulamalı olarak proje hazırlıyor ve bunu büyük bir gururla, okuldaöğretmen ve arkadaşlarının dikkatine sunuyordu...
Projeler bazen haftalık, bazen de dönemlik ya da yıllık oluyor.
Ve hemen hemen her sınıf ve her ders için neredeyse zorunluluk haline geldi.
Çünkü yapan ekstra not alıyor, yapmayan ise ya sınıfta kalıyor ya da en düşük notla sınıf geçiyor.
OKS, YGS, LYS benzeri giriş sınavlarında, okul başarı puanındaki binde birlik bir değişim bile sıralamayı altüst ettiği için yapılan işin ciddiyeti daha da artıyor.
İşte bu yüzden, veliler hatta bu konuda anahtar teslimi proje hazırlayan profesyonel şirketler devreye girmeye başladı. Ama hiçbir şey dışarıdan görüldüğü gibi değil!
Çocuğuyla birlikte daha fazla zaman geçirmek ve ortaklaşa bir şeyler üretmek için masumane duygularla yola çıkan veliler, bir süre sonra patlama noktasına geliyorlar...
Aslında söz konusu projeleri öğrencilerin yapmadığını başta öğretmenler olmak üzere herkes biliyor.
Daha da vahimi, yapılan projeler, bir süre sonra veliler arasında, kim daha görkemlisini yapacak diye yarışa dönüşüyor.
Bu yüzden ilkokul öğrencileri arasında, üniversite bitirme tezi çapında proje getirenler de oluyor...
Örneğin içlerinde kitap yazanlar, mimarlara taş çıkartacak maket hazırlayanlar, dünyadaki açlığa çözüm getirenler, benim diyen modacının altına imza atacağı tasarımlar gerçekleştirenler, güneş enerjisiyle her türlü aleti çalıştıranlar ve daha neler neler...
Keşke bu projeleri bıraksak da öğrencilerin kendileri yapsalar. Belki çok daha basit görünecekler ama sonuçta onların eseri olacak...
Yaratıcılık da dışarıdan takviye ile değil, basit de olsa kendi düşünerek, kendi araştırarak, kendi yaparak gelişir. Amaç da zaten bu. Yoksa velileri seferber etmek değil!..
Üstün yetenekli çocuklarımızın nasıl heba edildiklerini günlerdir yazıyorum. Yaratıcılığın nasıl köreltildiği konusundaki en önemli örnek de verilen proje ödevlerinin veliler tarafından yapılması ve buna seyirci kalınması...

Yetenek ve yaratıcılık?
Türk eğitim sisteminde eğitim kademeleri yükseldikçe öğrencilerin yaratıcılıkları artacağına tam aksine azalıyor.
Sadece o kadarla kalınsa iyi! Cesaretleri de kırılıyor...
Oysa günümüz gençlerinde aranan en temel özelliklerin başında yaratıcılık ve bunları cesaretle ortaya koyma yani sunma geliyor. Ama şimdi biz, bunu da öldürüyoruz...
Daha önce de yazdım. Çocuklara en büyük kötülüğü, iyilik olsun diye hep biz yetişkinler yapıyoruz.
Bunların en başında da, eğitime yön verenler ve anne babalar geliyor...

Konuşan değil, susan...
Ne evde ne de okulda soran, sorgulayan, konuşan ve sürekli icat çıkaran çocuklar istemiyoruz. Oysa her zaman, her koşulda bunun tam aksini söylüyoruz.
Devleti yönetenlerin demeçlerine bakın, hepsi de soran sorgulayan gençler yetiştirilsin istiyorlar ama ağızlarını açtıklarında     başlarına neler geldiğini hepimiz görüyoruz.
Evde de durum farklı değil. Özellikle çalışan anne     babaların bulunduğu evleri göz önüne getirin. Hele bir de işleri yoğun ve biraz da ekonomik sıkıntı varsa, akşamları yanlarına yaklaşmak mümkün değil. Hele hele üst üste, üç beş soru sorarsanız yandınız.
Okul ve sınıflarda da         benzer tablo var! Aynı derste, parmağınızı iki defa kaldırdığınızda bütün gözler size dönermahalle baskısı başlar ve öğretmen senden başkaları da var diye lafı     ağzına tıkayıp moralinizi     altüst eder...
Peki o zaman, evde, okulda, sokakta, iş yerinde, askerde, katıldığı toplantı ve gösterilerde konuşamayan gençler nerede konuşacaklar, neyi nasıl sorgulayacaklar?..
Özetin özeti: Eğitim ve çocuk yetiştirmede birinci kural, samimiyettir. Eğer o yoksa gerisi hikaye! Ve sanki bizdeki durum da aynen bu...

18 Ekim 2013 Cuma

ÖĞRETMENLER DE, ÖĞRETMEK İÇİN OKUMALI


Özellikle sekizinci ve dokuzuncu sınıfta öğrencilerin fen bilimlerine ve matematiğe olan ilgilerinin azaldığını tespit eden bilim insanları harekete geçti.
Almanya’nın önde gelen üniversitelerinden Münih Teknik Üniversitesi (TUM) eğitim bilimcileri, ilginin azalmasının doğal bir şey olmadığını gösterdiler ve öğretmenler için yeni bir ders verme tekniği geliştirdiler.
Proje kapsamında öğretmenlere bir yıl ek eğitim verilerek, öğretmenlerin öğrencilere ders hakkında kendilerini daha rahat ifade etme imkanı ve öğrencilerin sorularına daha detaylı cevaplar vermeyi öğretti.
Bu şekilde gençlerin derse olan ilgi ve motivasyonunun arttığını tespit eden bilim insanları, öğretmenlik okuyan üniversite öğrencilerine verilen eğitimi değiştirmek ve öğretmenleri bu konsepte göre yetiştirmek istiyor.
Fizik, kimya, matematik gibi derslere olan ilginin özellikle sekizinci ve dokuzuncu sınıf öğrencilerinde düştüğü yapılan araştırmalar da ortaya kondu.
Konu hakkında araştırma yapan Prof. Tina Seidel, öğretmenlerin fen bilimleri ve matematik derslerinin içeriğini donuk bir konuşma ile öğrencilere aktarmaya çalıştıklarını ifade etti. Seidel, öğretmenlerin daha çok ucu kapalı sorularla dersi anlattıklarını, öğrencilerle konu hakkında çok az konuştuklarını ve öğrencilere çok az geri döndüklerini ifade etti.
Stresli ve yoğun geçen eğitim günlerinde öğretmenlerin bu durumun farkına varmalarının çok zor olduğunu belirten bilim insanları, Gymanisum ve Realschule okullarının sekizinci ve dokuzuncu sınıflarında öğretmenlik yapan öğretmenlerin daha fazla öğrenciyi derse dahil etmesi ve dersi tüm öğrencilere açık bir şekilde vermesi için bir yıla yayılmış 20 saatlik ek seminer almalarını planlanıyor.
Seminer esnasında öğretmenler filme alınıp, daha sonra ders anlatma esnasındaki hal ve hareketleri analiz ediliyor.
BAYRAM AYDIN / MÜNİH
17.10.2013 19:43

9 Ekim 2013 Çarşamba

BOŞANANLARIN, AİLE YUVASI DAĞILIR




Boşanmalara karşı tedbir alınmalı 

Ali Ferşadoğlu
Maalesef boşanma furyası bulaşıcı bir hastalık gibi İslâm ülkelerine de sıçramış. Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü (ASAGEM), 1 Ocak 2011 tarihinde şu korkutucu sonucu açıklamıştı:

“Boşanmalar, muhafazakâr aileler arasında da büyük yükseliş gösteriyor. Bu çevrelerde boşanma oranı yüzde 40. Türkiye’de her ay 15 bin aile boşanıyor. Bu da yılda 180 bin ailenin parçalandığını gösterir.”
Gerek gelişmiş, gerekse üçüncü dünya ülkelerinde aile müessesesini kemiren, huzur ve mutluluğu yok eden, seri ve korkunç boyutlara varan boşanmalar gazete manşetlerinden inmiyor, televizyon ekranlarından, radyo programlarından çıkmıyor.
Ülkemizde boşanma sebeplerine gelince: Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu, geçtiğimiz yıllarda yaptırdığı geniş ve derin bir araştırmada, ülkemizde boşanma sebepleri arasında “kötü alışkanlıkların” ilk sırayı aldığını tesbit etmiş. Bunların başında da ilk sırayı alkol alırken, müstehcenlik, fuhuş, rüşvet, kumar ve uyuşturucu kapsamına giren madde alışkanlıkları da âile yapısını bozan, boşanmalara sebep olan, cemiyeti çözen, çökerten iptilâ ve eğilimler arasında yer alıyor.
Bunların dışında istismar, sadakatsizlik, ekonomik sebepler, sosyal, kültürel ve cinsel uyumsuzluklar, eşlerin herhangi birisinin fedâkârlıktan kaçınması, çocuk yetiştirmedeki problemler de aile hayatının temellerini aşındırıyor.
Buna karşın, büyük çapta kitle iletişim vasıtaları (televizyon, gazete ve dergiler vs.) boşanmaya giden problemlere çözüm üretmek yerine, ne yazık ki problem üretiyor. Araştırma merkezlerimiz ve yetkili merciler de yine ağırlıklı olarak çözüm üretmek yerine sadece, problemleri sıralıyor veya yarayı tesbit ediyor.
Halbuki, aileyi korumak, devletin de görevleri arasındadır. Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair 6284 Sayılı Kanun, başta TRT olmak üzere, bütün kamu ve kurumlarına bu vazifeyi yükler. Bu bakımdan, TV kanallarında, anayasada belirlenen aileyi koruma çerçevesinde toplumunun inanç, örf, gelenek ve inanç yapısına uygun aile programları mutlaka zorunlu olmalıdır. Ve aileyi tahrip eden, serbest hayatı özendiren, kötü alışkanlıkları teşvik eden programlar kesin olarak engellenmelidir.
İslâmiyet, boşanmaların asgariye indirilmesi için gerekli bütün tedbirleri alır. Keyfî boşanmalara asla müsaade etmez. Keyfî boşanmaları da önlemek için gerekli tedbirleri alır, maddî-manevî yaptırımlar uygular. Zirâ, İslâmın bütün kaide ve yaptırımları, ferdin, ailenin ve toplumun, yani insanın dünya ve ahiret saadetine yöneliktir.
09.10.2013

Müslümanları geri bırakan altı manevî hastalık - 1
Bediüzzaman, Müslümanların psikolojisini ve İslâm âleminin sosyal hayatını gözlemleyerek temel altı hastalık teşhis eder. Biz de bunları fert veya cemaat olarak kendimize uyarlayabiliriz.

Bu hastalıkları—meâlen—sıralayacak olursak:
1- Ümitsizlik. 2- Doğruluğun/dürüstlüğün sosyal ve siyasî hayatta ölmesi. 3- Düşmanlığa duyulan sevgi. 4- Müslümanları birbirine bağlayan nûranî bağları bilmemek. 5- Çeşit çeşit bulaşıcı hastalıklar gibi yayılan istibdat/baskı, diktatörlük. 6- Bütün gayret ve çalışmayı şahsî menfaatine yöneltmek.1
Bu maddeleri açmaya çalışmadan önce belirtelim:
Eğer bireyler, bu hastalıklarla malül iseler, fertlerin birleşmesinden hasıl olan toplum veya cemaat de elbette aynı illete giriftar olacaktır.
nHayat, inişli-çıkışlıdır. Dolayısıyla olumsuz durumlarla sık sık karşılaşabiliriz. Bu bizi ümitsizliğe sevk edebilir. Oysa, mücadele tarlasına ekilen ümit tohumlarıyla yeşerir. Ümidini kaybeden, tarlayı da, tohumu da, ekecek gücü de bulamaz.
Aslında ümit, Sonsuz Kudret sahibine duyulan derin güvendir. Bu, aynı zamanda iman derecesinin, o da eldeki güç/kuvvet, enerjinin göstergesidir. Ümitsizlik, bir anlamda, sonsuz Rahmet Sahibini zımnî, yani dolaylı olarak acz ve fakr ile itham etmek demektir! Kim rahmeti itham ederse, rahmetten mahrum kalır.
n Doğruluk/dürüstlük, hayatın gerçekliğidir ve ta kendisidir. İslâmiyetin aslı doğruluktur. Doğruluk/dürüstlük sadece esnaf/tüccar, politikacı değil; toplumun her katmanında geçerli olması gereken en birinci haslettir. Dürüstlük, aynı zamanda çifte standartsız bir hayat sürdürmektir.
Dürüst olmamak itimatsızlığı, itimatsızlık da yardımlaşma, dayanışma ve işbirliği ruhunu öldürür. O da, ferdi, aileyi ve toplumu… Doğruluk, hem fert, hem de topluma sadece manevî değil, maddî yönden de kazandırır.
n Düşmanlık, olumsuz bir duygudur ve negatif enerji yayar. Akrabasına, komşularına, vatandaşlarına, dindaşlarına düşmanlık besleyen onlara negatif enerji pompalar. Dolayısıyla, enerji dönüşümü kanunu gereğince, geriye döner kendisini vurur!
Düşmanlık yalnızca şiddetle ortaya çıkmaz. Komşusunun, akrabasının zengin olmasını, çocuklarının üniversiteyi kazanmalarını istememek de kıskançlıktan beslenen düşmanlıktır.
Düşman üreten, onlardan korunmak ve yok etmek için çabalar. Enerjisini buna harcayan, olumlu işlere güç yetirebilir mi?
Dipnot:
1- Tarihçe-i Hayat, s. 79.
03.10.2013
Müslümanları geri bırakan altı manevî hastalık - 2
Müslümanları (daha küçük dairede cemaat fertlerini) birbirine bağlayan nurânî bağlar, başta Rabbimiz, O’nun esma-i hüsnası, dinimiz, kitabımız, Peygamberimiz (asm), kıblemiz ve sâire gibi binlerce birlik bağları vardır. Bunları nazara almayan, o birlikten doğacak güçten de mahrum olur. 
İstibdat/baskı, bir şeyi zorla kabul ettirmeye çalışmaktır. Halbuki, akıl, kalp, vicdan gibi duyguları doyurarak anlatmak gerekir ki, kabul edilsin, özümsensin, benimsensin. İstibdat, tepki doğurur.
Gayet tabiî ki, istibdat yalnız siyasî, askerî, idarî olmaz; fikrî, ilmî, ailevî istibdat çeşitleri de vardır. Ve istibdat, bulaşıcı bir hastalıktır. Düşünmeyi, keşfetmeyi, ilerlemeyi engeller. Hatta, Mûtezile, Cebriye, Mürcie, Mücessime gibi dalâlet fırkalarını İslâmiyetten intâc eden mesâil-i dîniyedeki ilmî istibdattır.2 Yani, meselelere öylesine yaklaşmışlar ki, başka bir kapı, bir yolun bulanmayacağı kanaatini uyandırmışlar. Onlar da başka çıkış yolları buldular ve İslâmiyetin ana yolundan ayrıldılar.
Bediüzzaman, “Yüzlerce hikmetinden birisi şudur”, “denizden bir katre misâl”, “gerisini sen çıkar”, “bir kısmını ben tabir edeceğim, gerisini sizin zekânıza havale ediyorum!” gibi ifadelerle ilmî istibdadın zincirlerinin kırılmasına zemin hazırlamıştır.
nBütün gayret ve çalışmayı şahsî menfaati için kullanmaya gelince: İnsanlık tarihi, bilhassa cahiliye devri ve ortaçağ Avrupa derebeyliği bunun çarpıcı örnekleriyle doludur. Bu anlayış, sırf kendisi için çalışmayı, gayreti gerektirdiğinden, servet bir takım ellerde toplanır; toplum fakir ve geri kalır.
Fakirlerin gözü servet sahiplerinde olurken; servet ehli de onu korumak için çabalar… Aslında sırf kendisi için çalışan, toplum içinde yaşadığından dolayı ne aklen, ne vicdanen rahat eder.
Himmetini başkası ve toplumu için sarf edenler sayesinde hem kendileri, hem de toplum kazanır. İşte Asr-ı Saadet (insanlık için kimi malının yarısını, kimisi tamamını feda ediyordu) ve Müslümanların İslâmiyete sarıldıklarında ortaya koydukları müreffeh ve medenî toplumlar.
Evet, geri kalmamızın sebebi bunlar değil mi? Öyle ise, suçu şuna buna atmak zulüm; teferruâtı tartışmak zaman kaybı değil mi?
Dipnot:2- Münâzarât, s. 32.
04.10.2013

4 Ekim 2013 Cuma

ÇOCUK EĞİTİMİNDE DİKKAT EDİLECEK HUSUSLAR...



Yeni eğitim öğretim yılı, 16 Eylül’de başladı.. Yeni yılla birlikte sorunlar da yaşanabilir. Okula yeni başlayan çocukların ödev yapmama konusundaki dirençleri çoğu zaman ebeveyn ve öğretmeni zor durumda bırakabilir. Üsküdar Üniversitesi Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, eğitimde yaşanabilecek sorunları aşma noktasında önemli ipuçları veriyor.
Çevremizdeki ailelere baktığımızda birçok anne ve babanın çocuklarına verilen ödevleri yaptıramamaktan şikâyetçi olduğunu görmek mümkün. Çocuğum ödevini yapsın, derslerinde başarılı olsun kaygısında olan ebeveynler bu endişeyle zaman zaman hataya düşebilmekte. Öyle ki çocuğa ödevi bir külfet gibi algılatabiliyorlar. Hatalar zinciri ise burada başlıyor. 
Üsküdar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan, ödevin bir külfet olarak algılatılmaması için yapılması gereken bazı şeylerin olduğuna dikkat çekiyor. Tarhan, bunların bir kısmı öğretmenlerin sağduyusuna ve tecrübesine, bir kısmının da anne babaların göstereceği özene bağlı olduğunu söylüyor. 
Ailenin çocuğa ödev yapmayı sevdirmesi için öncelikle çocuğunun nasıl bir öğrenme modelinin olduğunu bilmesi gerektiğini ifade eden Tarhan, bir insanın beş çocuğu varsa beşinin de öğrenme modelinin birbirinden farklı olabileceğini kaydediyor. Tarhan çocuğunun öğrenme modelini bilen anne-babanın okuldaki başarısını artırabileceğinin altını çiziyor.  
Çocukların ödeve soğuk bakmaları ve ödev yapmak istememelerinde ailelerin ve öğretmenlerin bazı yanlış tutumlarının etkisi olabildiğini ifade eden Tarhan, bu konuda öğretmen davranışlarıyla ilgili birkaç saptamada bulunuyor. Dikkatlerin bu konuya çekilmesiyle çocukların öğretmenleriyle eşgüdüm halinde ödev yapmama sorununa da çare bulunabileceğini belirtiyor Tarhan. Prof. Dr.
Nevzat Tarhan ödevlerin korku nesnesi haline getirilmemesi gerektiğini söylüyor. 
“Ödev korku nesnesi haline getirilmemeli!
Ödev çocuk için bir korku nesnesi haline geldiyse çocuk ödevden de okuldan da soğur. Okulgünleri aklına geldikçe bile irkilir, o günleri nefretle ve soğuk duygularla hatırlar. Böyle durumlarda çocuğun öğrenmesi de zaten kalıcı olmaz. Ödevi böylesi bir korku aracı haline getirmeme konusunda anne babalar kadar öğretmenler de duyarlı olmalıdır. Verilen ödevler bütünleştirici, konunun anlamına yardımcı, çocuğu sıkmadan merak uyandıracak mahiyette az ama öz olursa çocuk için daha faydalı olacaktır.”
Tarhan ideal öğretmen modelini de tanımlıyor.
“Sevgi, çağın öğretmen modelinin gereği
Çok başarılı bir öğretmen emekli olurken genç bir meslektaşı kendisine başarısını neye borçluolduğunu sormuş, başarılı öğretmen şöyle cevap vermişti: “Öğrencinin başarılı olabilmesi için dersi sevmesi, dersi sevebilmesi için öğretmeni sevmesi, öğretmeni sevebilmesi için de öğretmenin öğrenciyi sevmesi gerekir. Öğrenciyi seversen ona öğretmek daha kolay olur.”Gerçekten de sevginin çocukları etkileyici bir gücü vardır. Bu gücü kullanabilmek için öğrenciye değer vermek gerekir. Öğrenciyi azarlayan, aşağılayan, hata yaptığı zaman yerin dibine batıran, arkadaşları arasında küçük düşüren öğretmen modeli bu çağın modeli değildir. 
Ne yazık ki hâlâ öğrencileri aşağılayan, kaba kuvvet uygulayan öğretmenlere rastlayabiliyoruz. Hâlbuki çocukta korku duygusu yerine sevgi duygusunu harekete geçirerek öğretmek çok daha kolaydır. Öğretmen öğrenciye sevgiyle yaklaştığı zaman çocuğun beyni öğrenmeyle ilgili birmutluluk kimyasalı salgılar ve öğrenme kalıcı hale gelir.”
Ailelerin yaptıkları eğitim hatalarını ise Tarhan şöyle sıralıyor.
“Çocuk okuldan geldiğinde bir süre serbest bırakılmalı!
İlki çocuk okuldan gelir gelmez onu dersin başına oturmaya zorlamaktır. Dinlenmesi için hiç fırsatvermeden, hemen ödevini yapmaya zorlamak çocuğun ödeve karşı antipati duymasına, kötü duygular beslemesine neden olur. Bazı anneler sanki çocuk ödevi olduğunu, ders çalışması gerektiğini düşünemeyecekmiş gibi masanın başına oturtana kadar çocuğa sürekli çalışması gerektiğini hatırlatırlar. Çocuk hiç dinlenmeden ödeve başlatılırsa ödevden de oyundan bir tat alamaz. Halbuki çocuk okuldan geldikten sonra belli bir süre serbest bırakılsa, rahat bir nefes alsa daha verimli bir çalışma yapacaktır.
Anne-öğretmen ve çocuk ilişkisi önemli!
Sürekli ders çalışmasını hatırlatan bir anne varsa, çocuk onu gördüğü zaman sadece ders çalışma zorunluluğunu hatırlar, başka bir şey hatırlamaz. Anneyle çocuğun ilişkisi bozulursa, düzeltmek zor olur; oysa dersteki zayıflık bir şekilde telafi edilir. Onun için anneyle olan ilişkiyi bozmadan ders çalışmayı zevkli hale getirmek gerekir. Aynı şekilde öğretmenle öğrencinin ilişkisi de bozulmadan gidebilmelidir. 
Çocuğun hayatı programlı olmalı!
Çocuğun hayatının programlı olması gerekir. Okuldan sonra belli bir süreyi oyun ve dinlenme ile geçirmeli, ardından ders çalışmalıdır. Aileler de bu saatleri belirleyip çocuğun buna riayet etmesini sağlamalıdır. 
Salt bilgi yığını değil hayat becerisi de öğretilmeli!
Çocuk ders çalışırken ödevin konusunun yanı sıra hayatı, ders çalışma metodunu, disiplinli olmayı, zorluklara dayanmayı öğrenmelidir. Çocuğa güven duygusunun eşlik ettiği bir sorumluluk duygusu kazandırmak gerekir. Aksi halde sadece itaati öğrenir. Halbuki çocuk bireysel yaratıcılık,sorun çözme, insanlarla iletişim kurabilme gibi beceriler kazanmalı, sadece kurallara uyan, otoriteye itaat eden bir insan yetişmemelidir. Ancak özgür düşünen, farklı olabilen, sorgulayan, yeteneklerini geliştirebilen çocukların yetiştiği bir toplum gelişebilir. O nedenle ödev salt bir bilgi yığını değil hayat becerisi öğretebilmelidir. 
Yüksek başarı beklentisi başarısızlığı getiriyor!
Yapılan hatalardan birisi de ailelerin çok yüksek motivasyonlu olmaları ve çocuğa devamlı çok başarılı olmasını beklediklerini hissettirmeleridir. Ailedeki yüksek beklenti düzeyine ulaşamayan çocuk ne yaparsa yapsın ailesini memnun edemez. Bu nedenle “Nasıl olsa ben annemi ve babamı memnun edemeyeceğim” deyip yenilgiyi baştan kabul eder hiç çalışmamaya başlar. Aslında yeterince zeki olan çocuk, “yapamam, başaramam” duygusuna yenildiği için başarısız olur. 
Hata ve kusurlara odaklanmak güveni zedeliyor!
Hem öğretmen hem de aile hep olumsuza; çocuğun hatalarına, kusurlarına odaklanırsa çocuğun kendine güveni zayıflar, çalışma şevki kırılır. Sık sık verdiğimiz bir örnek vardır: Diyelim ki çocukkarne getirdi. Notlarının yedi tanesi iyi, üç tanesi zayıf. Çoğu ailenin yaklaşımı neden üç tane zayıf olduğunu sorgulamak şeklinde olur. Aileler bunu iyi niyetle, çocuğun daha başarılı olmasını istedikleri için yapıyorlar fakat farkında olmadan çocuğu ders çalışmaktan soğutuyorlar. Oysa “Bak, şu dersler pekiyi, bunları çok güzel başarmışsın. Hadi beraber bu üç zayıfı nasıl düzelteceğimizi düşünelim ve bir çözüm bulalım” denirse çocuk “Annemle babam benim olumlu yönlerimi de görebiliyor” der ve dikkatini zayıfları düzeltmeye verir, başarabileceğine inanır ve çözüm üretir.”