9 Ekim 2013 Çarşamba

BOŞANANLARIN, AİLE YUVASI DAĞILIR




Boşanmalara karşı tedbir alınmalı 

Ali Ferşadoğlu
Maalesef boşanma furyası bulaşıcı bir hastalık gibi İslâm ülkelerine de sıçramış. Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü (ASAGEM), 1 Ocak 2011 tarihinde şu korkutucu sonucu açıklamıştı:

“Boşanmalar, muhafazakâr aileler arasında da büyük yükseliş gösteriyor. Bu çevrelerde boşanma oranı yüzde 40. Türkiye’de her ay 15 bin aile boşanıyor. Bu da yılda 180 bin ailenin parçalandığını gösterir.”
Gerek gelişmiş, gerekse üçüncü dünya ülkelerinde aile müessesesini kemiren, huzur ve mutluluğu yok eden, seri ve korkunç boyutlara varan boşanmalar gazete manşetlerinden inmiyor, televizyon ekranlarından, radyo programlarından çıkmıyor.
Ülkemizde boşanma sebeplerine gelince: Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu, geçtiğimiz yıllarda yaptırdığı geniş ve derin bir araştırmada, ülkemizde boşanma sebepleri arasında “kötü alışkanlıkların” ilk sırayı aldığını tesbit etmiş. Bunların başında da ilk sırayı alkol alırken, müstehcenlik, fuhuş, rüşvet, kumar ve uyuşturucu kapsamına giren madde alışkanlıkları da âile yapısını bozan, boşanmalara sebep olan, cemiyeti çözen, çökerten iptilâ ve eğilimler arasında yer alıyor.
Bunların dışında istismar, sadakatsizlik, ekonomik sebepler, sosyal, kültürel ve cinsel uyumsuzluklar, eşlerin herhangi birisinin fedâkârlıktan kaçınması, çocuk yetiştirmedeki problemler de aile hayatının temellerini aşındırıyor.
Buna karşın, büyük çapta kitle iletişim vasıtaları (televizyon, gazete ve dergiler vs.) boşanmaya giden problemlere çözüm üretmek yerine, ne yazık ki problem üretiyor. Araştırma merkezlerimiz ve yetkili merciler de yine ağırlıklı olarak çözüm üretmek yerine sadece, problemleri sıralıyor veya yarayı tesbit ediyor.
Halbuki, aileyi korumak, devletin de görevleri arasındadır. Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair 6284 Sayılı Kanun, başta TRT olmak üzere, bütün kamu ve kurumlarına bu vazifeyi yükler. Bu bakımdan, TV kanallarında, anayasada belirlenen aileyi koruma çerçevesinde toplumunun inanç, örf, gelenek ve inanç yapısına uygun aile programları mutlaka zorunlu olmalıdır. Ve aileyi tahrip eden, serbest hayatı özendiren, kötü alışkanlıkları teşvik eden programlar kesin olarak engellenmelidir.
İslâmiyet, boşanmaların asgariye indirilmesi için gerekli bütün tedbirleri alır. Keyfî boşanmalara asla müsaade etmez. Keyfî boşanmaları da önlemek için gerekli tedbirleri alır, maddî-manevî yaptırımlar uygular. Zirâ, İslâmın bütün kaide ve yaptırımları, ferdin, ailenin ve toplumun, yani insanın dünya ve ahiret saadetine yöneliktir.
09.10.2013

Müslümanları geri bırakan altı manevî hastalık - 1
Bediüzzaman, Müslümanların psikolojisini ve İslâm âleminin sosyal hayatını gözlemleyerek temel altı hastalık teşhis eder. Biz de bunları fert veya cemaat olarak kendimize uyarlayabiliriz.

Bu hastalıkları—meâlen—sıralayacak olursak:
1- Ümitsizlik. 2- Doğruluğun/dürüstlüğün sosyal ve siyasî hayatta ölmesi. 3- Düşmanlığa duyulan sevgi. 4- Müslümanları birbirine bağlayan nûranî bağları bilmemek. 5- Çeşit çeşit bulaşıcı hastalıklar gibi yayılan istibdat/baskı, diktatörlük. 6- Bütün gayret ve çalışmayı şahsî menfaatine yöneltmek.1
Bu maddeleri açmaya çalışmadan önce belirtelim:
Eğer bireyler, bu hastalıklarla malül iseler, fertlerin birleşmesinden hasıl olan toplum veya cemaat de elbette aynı illete giriftar olacaktır.
nHayat, inişli-çıkışlıdır. Dolayısıyla olumsuz durumlarla sık sık karşılaşabiliriz. Bu bizi ümitsizliğe sevk edebilir. Oysa, mücadele tarlasına ekilen ümit tohumlarıyla yeşerir. Ümidini kaybeden, tarlayı da, tohumu da, ekecek gücü de bulamaz.
Aslında ümit, Sonsuz Kudret sahibine duyulan derin güvendir. Bu, aynı zamanda iman derecesinin, o da eldeki güç/kuvvet, enerjinin göstergesidir. Ümitsizlik, bir anlamda, sonsuz Rahmet Sahibini zımnî, yani dolaylı olarak acz ve fakr ile itham etmek demektir! Kim rahmeti itham ederse, rahmetten mahrum kalır.
n Doğruluk/dürüstlük, hayatın gerçekliğidir ve ta kendisidir. İslâmiyetin aslı doğruluktur. Doğruluk/dürüstlük sadece esnaf/tüccar, politikacı değil; toplumun her katmanında geçerli olması gereken en birinci haslettir. Dürüstlük, aynı zamanda çifte standartsız bir hayat sürdürmektir.
Dürüst olmamak itimatsızlığı, itimatsızlık da yardımlaşma, dayanışma ve işbirliği ruhunu öldürür. O da, ferdi, aileyi ve toplumu… Doğruluk, hem fert, hem de topluma sadece manevî değil, maddî yönden de kazandırır.
n Düşmanlık, olumsuz bir duygudur ve negatif enerji yayar. Akrabasına, komşularına, vatandaşlarına, dindaşlarına düşmanlık besleyen onlara negatif enerji pompalar. Dolayısıyla, enerji dönüşümü kanunu gereğince, geriye döner kendisini vurur!
Düşmanlık yalnızca şiddetle ortaya çıkmaz. Komşusunun, akrabasının zengin olmasını, çocuklarının üniversiteyi kazanmalarını istememek de kıskançlıktan beslenen düşmanlıktır.
Düşman üreten, onlardan korunmak ve yok etmek için çabalar. Enerjisini buna harcayan, olumlu işlere güç yetirebilir mi?
Dipnot:
1- Tarihçe-i Hayat, s. 79.
03.10.2013
Müslümanları geri bırakan altı manevî hastalık - 2
Müslümanları (daha küçük dairede cemaat fertlerini) birbirine bağlayan nurânî bağlar, başta Rabbimiz, O’nun esma-i hüsnası, dinimiz, kitabımız, Peygamberimiz (asm), kıblemiz ve sâire gibi binlerce birlik bağları vardır. Bunları nazara almayan, o birlikten doğacak güçten de mahrum olur. 
İstibdat/baskı, bir şeyi zorla kabul ettirmeye çalışmaktır. Halbuki, akıl, kalp, vicdan gibi duyguları doyurarak anlatmak gerekir ki, kabul edilsin, özümsensin, benimsensin. İstibdat, tepki doğurur.
Gayet tabiî ki, istibdat yalnız siyasî, askerî, idarî olmaz; fikrî, ilmî, ailevî istibdat çeşitleri de vardır. Ve istibdat, bulaşıcı bir hastalıktır. Düşünmeyi, keşfetmeyi, ilerlemeyi engeller. Hatta, Mûtezile, Cebriye, Mürcie, Mücessime gibi dalâlet fırkalarını İslâmiyetten intâc eden mesâil-i dîniyedeki ilmî istibdattır.2 Yani, meselelere öylesine yaklaşmışlar ki, başka bir kapı, bir yolun bulanmayacağı kanaatini uyandırmışlar. Onlar da başka çıkış yolları buldular ve İslâmiyetin ana yolundan ayrıldılar.
Bediüzzaman, “Yüzlerce hikmetinden birisi şudur”, “denizden bir katre misâl”, “gerisini sen çıkar”, “bir kısmını ben tabir edeceğim, gerisini sizin zekânıza havale ediyorum!” gibi ifadelerle ilmî istibdadın zincirlerinin kırılmasına zemin hazırlamıştır.
nBütün gayret ve çalışmayı şahsî menfaati için kullanmaya gelince: İnsanlık tarihi, bilhassa cahiliye devri ve ortaçağ Avrupa derebeyliği bunun çarpıcı örnekleriyle doludur. Bu anlayış, sırf kendisi için çalışmayı, gayreti gerektirdiğinden, servet bir takım ellerde toplanır; toplum fakir ve geri kalır.
Fakirlerin gözü servet sahiplerinde olurken; servet ehli de onu korumak için çabalar… Aslında sırf kendisi için çalışan, toplum içinde yaşadığından dolayı ne aklen, ne vicdanen rahat eder.
Himmetini başkası ve toplumu için sarf edenler sayesinde hem kendileri, hem de toplum kazanır. İşte Asr-ı Saadet (insanlık için kimi malının yarısını, kimisi tamamını feda ediyordu) ve Müslümanların İslâmiyete sarıldıklarında ortaya koydukları müreffeh ve medenî toplumlar.
Evet, geri kalmamızın sebebi bunlar değil mi? Öyle ise, suçu şuna buna atmak zulüm; teferruâtı tartışmak zaman kaybı değil mi?
Dipnot:2- Münâzarât, s. 32.
04.10.2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder