| ||
OKULLARDAKİ EĞİTİM, MEDYADAKİ YAYINLAR
DEVLET “BEN EVLERİ FİŞLEYECEĞİM” DİYEMEZ
Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu da konuyla ilgili olarak, “AK Parti buna karşıyım diyebilir, ama devlet ‘Ben evleri fişleyeceğim’ deme hakkına sahip değil. Ancak devlet, sosyal politikalarıyla o evlerde fuhuşun, zinanın teşvik edilmesi yerine; değerleri, ülkeyi öne çıkaran yapılanmaları, politikaları belirlemekle görevlidir” şeklinde konuştu.
Yurtları arttırdık, ama yetmiyor
Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, “Yurtların kapasitesini aşağı yukarı 30 kat arttırdık, ama yeterli değil. Biz hem özel sektörü yurt yapımı için teşvik ediyoruz hem de TOKİ yapıyor” dedi.
Tartışmıyoruz, ayrıştırıyoruz
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin: “Bizim en büyük sorunumuz sorunu düzgün tartışamıyoruz. Her sorunu tartışırken ayrıştırıyoruz, kutuplaştırıyoruz, birbirimizi yoruyoruz, yıpratıyoruz. Oysa sorun tartışırken bilimsel tartışmamız ve hele hele eğer bu sorun öğrencilerimiz ise, burada asla öğrencilerimizi siyasallaştırıp bu kutuplaşmanın içerisine koymamamız gerekiyor.”
Ahlâk yasakla değil, eğitimle korunabilir
Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, “öğrenci evleriyle ilgili tartışma”ya ilişkin, “AK Parti buna karşıyım diyebilir ama devlet ‘ben evleri fişleyeceğim’ deme hakkına sahip değil. Ancak devlet, sosyal politikalarıyla o evlerde fuhuşun, zinanın teşvik edilmesi yerine; değerleri, ülkeyi öne çıkaran yapılanmaları, politikaları belirlemekle görevlidir” dedi. Gündoğdu, Memur-Sen Karaman İl Temsilciliği tarafından Yunus Emre Konferans Salonu’nda düzenlenen “Medeniyet Davamız ve Demokrasi Mücadelemiz” konulu konferansa katıldı. Gündoğdu, burada yaptığı konuşmada, Türkiye’de referandumun, devletin milletinden, milletin devletine geçişin milâdı; Mısır’daki Adeviyye Meydanı’ndaki gençlerin haykırışının da dünyaya yeni demokrasi tanımını haykırmanın ve vicdanı olan herkesin bir araya gelmesinin yeni sembolü ve yeni miladı olduğunu söyledi. Bugün Suriye’den yükselen çığlığın vicdanı olan herkesi yaraladığını belirten Gündoğdu, “Şimdi bir bacımız ‘Ey Batı! Hiç değilse bizi hayvan yerine koyun da hayvan olarak kurtarmaya çalışın diyor’ ama Batı’nın sesi çıkmıyor. Onun için medeniyet değerlerini önemseyenlerle, inancı ne olursa olsun ümmet bilinci ve insanlık bilincinin bir arada birleşmesi lâzım. Ortak bir karşı koyuşu olması lâzım” diye konuştu.
SİYASÎ YA DA POLİTİK MALZEME YAPILMAMALI
Konuşmasında “öğrenci evleriyle ilgili tartışma”ya da değinen Gündoğdu, şunları kaydetti: “Başbakan bir çağrı yapıyor, Başbakana kızanlar da bu çağrının tam karşısında yer alıyor. Ben sağlıklı bir ortamda konuşulduğu kanaatinde değilim. Anayasa gereği evlerde kimin oturacağına hiçbir iktidarın karışma imkânı olmadığını, bunu da en iyi Başbakanın bildiğine eminim. Bana göre burada başka bir şey var. CHP’linin de ya da başka bir partilinin de üniversiteye gönderdiği kızlarının, oğlanlarının, kız erkek karışık evlerde kalmasını, en azından yüzde 99’u istemeyeceğine göre, burada başka bir şey var. Gençlikle ilgili yapılacak şeyleri siyasî ya da politik malzeme yapmadan masaya yatırmak gerekir. Başbakanın bunu söylemesi doğru mu? Hem doğru hem yanlış. Ne demek istiyorum? Amerika’da Cumhuriyetçiler ve Demokratlar, biri kürtajı savunuyor, biri karşı çıkıyor. Parti olarak bunu söyleyebilir. AK Parti buna karşıyım diyebilir, ama devlet ‘ben evleri fişleyeceğim’ deme hakkına sahip değil. Ancak devlet, sosyal politikalarıyla o evlerde fuhuşun, zinanın teşvik edilmesi yerine; değerleri, ülkeyi öne çıkaran yapılanmaları, politikaları belirlemekle görevlidir. Sanırım bundan sonra daha fazla bunu konuşmamız gerekiyor.”
Yurtların sayısını arttırdık, ama yeterli değil
Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, yurtların kapasitesini aşağı yukarı 30 kat arttırdıklarına rağmen hâlâ yeterli olmadığını söyledi. Holiday Inn İstanbul Airport Otel’de düzenlenen program sonrası basın mensuplarının sorularını cevaplayan Bayraktar, Başbakan ile Bülent Arınç’ın açıklamaları hakkında sorulan soruyla ilgili, “Başbakanımız bu konudaki sorunun cevabını verdi. Bunların basın aracılığıyla değil, bakanlar kurulunda konuşulacağını belirtti. Ben, yurt yapımı, kentsel dönüşüm, inşaat yapımından, arazi işinden çok iyi cevaplar veririm. Ben teknisyenim.” şeklinde cevap verdi. Yurtlarla ilgili sorulan soruya Bayraktar, “Yurtlarda eksikliğimiz var. Eskiye göre yurtların kapasitesini aşağı yukarı 30 kat arttırdık, ama yeterli değil. Biz hem özel sektörü yurt yapımı için teşvik ediyoruz, hem de TOKİ yapıyor. Bir taraftan da bakanlık olarak biz yapıyoruz ve vakıfların yapmasını da teşvik ediyoruz. Yapılan yurtları da devlet olarak kiralayacağız onu da taahhüt ediyoruz. Yurt işini çok daha modern bir şekilde, gençlerimize uygun bir şeklide yapmak için gayretlerimiz var.” ifadelerini kullandı.
YURT-KUR bina kiralayacak
Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç, 65 ilde 500 ile 5 bin kişi arasında değişen kapasitelerde yurtları 15 yıllığına kiralayacaklarını bildirdi. Bakan Kılıç, yaptığı açıklamada, Türkiye’de üniversite olmayan il bırakmadıklarını ve özellikle kız çocuklarının eğitim hayatlarını sürdürebilmeleri yönünde teşvikler yapıldığını söyledi. Bu tür çalışmalar sonucunda ülkede yurt ihtiyacının doğduğunu dile getiren Kılıç, Türkiye’de 310 bin yatak kapasitesinin bulunduğunu ve 163 yeni yurt inşaatının devam ettiğini kaydetti. Bugün başvuruda bulunduğu halde devlet yurtlarına yerleştirilemeyen 80 bin civarında öğrencinin bulunduğuna işaret eden Kılıç, önümüzdeki yıllarda bu talebin daha da artacağını işaret etti. Bu doğrultuda yurt kiralama çalışması başlattıklarını anlatan Kılıç, “Proje kapsamında 100 bin yatak kapasitesini özel sektörden kiralamak üzere Pazartesi günü ülke genelinde ilâna çıkıyoruz. 65 ilde 500 ile 5 bin kişi arasında değişen kapasitelerde yurtları kiralayacağız” diye konuştu. Bakanlık olarak özel sektöre 15 yıl süreyle kiralama garantisi vereceklerini vurgulayan Kılıç, hedeflerinin şu anda 310 bin kişi olan yurt yatak kapasitesini önümüzdeki yıl eğitim-öğretim dönemi başında 450 bin kişiye çıkarmak olduğunu bildirdi.
En büyük sorunumuz düzgün tartışamamak
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, “Bizim en büyük sorunumuz sorunu düzgün tartışamıyoruz. Tek (öğrenci evleriyle ilgili tartışma) bunun için değil. Her sorunu tartışırken ayrıştırıyoruz, kutuplaştırıyoruz, birbirimizi yoruyoruz, yıpratıyoruz.” dedi. Şahin, Tekirdağ Valisi Ali Yerlikaya’yı ziyaret etti. Ziyaretinde gazetecilerin sorularını da cevaplayan Şahin, bir gazetecinin, “öğrenci evleriyle ilgili tartışma”ya ilişkin sorusu üzerine alanın çok hassas bir alan olduğunu söyledi. En büyük sorunun, sorunu düzgün bir şekilde tartışmamak olduğunu vurgulayan Şahin, şöyle konuştu: “Tek bunun için değil. Her sorunu tartışırken ayrıştırıyoruz, kutuplaştırıyoruz, birbirimizi yoruyoruz, yıpratıyoruz. Oysa sorun tartışırken bilimsel tartışmamız, istatistiki tartışmamız analizlerimizi iyi yapmamız ve hele hele eğer bu sorun öğrencilerimiz ise burada asla öğrencilerimizi siyasallaştırıp bu kutuplaşmanın içerisine koymamamız gerekiyor.”
|
10 Kasım 2013 Pazar
PARAYI KOLAY,AHLAKI ZOR KAZANIRIZ
3 Kasım 2013 Pazar
SAĞLIK HABERLERİ
Karaciğer kanseri riskini kahveyle önleyin
Araştırmaya göre, günde üç bardak kahve tüketimi, karaciğer kanserine yakalanma riskini yüzde 50’nin üstünde azaltıyor.
Amerikan Gastroenteroloji Birliği’nin resmi klinik uygulama dergisi Klinik Gastroenteroloji ve Hepatoloji’de yayımlanan meta analiz, kahvenin sağlık üzerindeki olumlu etkisini bir kez daha kanıtladı.
Araştırmaya göre, dünyada en sık görülen 6’ncı en sık ölümle sonuçlanan 3’üncü kanser türü olan karaciğer kanserine karşı, kahvenin risk azaltan önemli etkisi var. Karaciğer kanserinin ana türü olan ve dünyadaki vakaların yüzde 90’ından fazlasını oluşturan HCC’ye yakalanma riski, günde üç bardak kahve tüketenlerde yüzde 50 daha az.
Araştırma sonuçlarına dönük olarak İtalya’dan Universit Degli Studi di Milan Clinic Bilimler ve Halk Sağlığı Uzmanı yazar Dr. Carlo La Vecchia şunları söylüyor: “Araştırma, kahvenin başta karaciğer olmak üzere sağlığımız için yararlı olduğu ile ilgili geçmişteki iddiaları onaylamakta.
Kahvenin karaciğer kanserine karşı olumlu etkisi, kahvenin bu hastalık ile ilgili risk faktörü olan şeker hastalığını engellemesi veya siroz ile karaciğer enzimleri üzerindeki olumlu etkisiyle açıklanabilir.”
Prof. Yeşilada “Karanfil, karabiber ve zerdeçal gibi baharatlı çayların mikrop kırıcı ve rahatlatıcı etkisiyle hastalıklar sizden uzak durur” dedi
SERDA KIVILCIM - BUGÜN GAZETESİ
Araştırmaya göre, dünyada en sık görülen 6’ncı en sık ölümle sonuçlanan 3’üncü kanser türü olan karaciğer kanserine karşı, kahvenin risk azaltan önemli etkisi var. Karaciğer kanserinin ana türü olan ve dünyadaki vakaların yüzde 90’ından fazlasını oluşturan HCC’ye yakalanma riski, günde üç bardak kahve tüketenlerde yüzde 50 daha az.
Araştırma sonuçlarına dönük olarak İtalya’dan Universit Degli Studi di Milan Clinic Bilimler ve Halk Sağlığı Uzmanı yazar Dr. Carlo La Vecchia şunları söylüyor: “Araştırma, kahvenin başta karaciğer olmak üzere sağlığımız için yararlı olduğu ile ilgili geçmişteki iddiaları onaylamakta.
Kahvenin karaciğer kanserine karşı olumlu etkisi, kahvenin bu hastalık ile ilgili risk faktörü olan şeker hastalığını engellemesi veya siroz ile karaciğer enzimleri üzerindeki olumlu etkisiyle açıklanabilir.”
Mikropları baharatlı çaylarla uzaklaştırın
- İLGİLİ HABERLE
- Kolesterole bire bir
Yeditepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakognozi ve Fitoterapi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Erdem Yeşilada, mikrobik hastalıklardan korunmada baharatlı çayların önemini vurguladı. Prof. Yeşilada bu çayları ve özelliklerini de aktardı.
Karanfil
İçerisinde bulunan uçucu özellikteki öjenol (ağrı kesici, antiseptik), ağız ve boğaz mukozası iltihaplarında yangı gidericidir. Bakteri, mikromantar veya virüslerin yol açtığı ağız ve boğaz enfeksiyonlarında antiseptik olarak ve ağrı hissini hafifletici etkisi vardır. Bu nedenle, özellikle Seylan tarçını kabuğu ile birlikte mikroorganizmalar üzerinde etkisi nedeniyle soğuk algınlığında çay olarak içilmesi ya da çayının gargara olarak uygulanması yararlıdır. Yapılan bilimsel çalışmalarda uçucu yağının antibiyotiklerin etkinliğini artırdığı gösterilmiştir.
Karabiber
Top ve toz formlarındaki karabiber meyveleri ile hazırlanan çayla yapılan gargara boğaz enfeksiyonlarında yararlıdır. Bilhassa boğazda soğuk algınlığı belirtilerinin ilk hissedildiği süreçte uygulanması durumunda daha etkilidir. Ayrıca bağışıklık sistemini düzenleyici, yangıyı ve spazmları giderici, kanserleşmeyi önleyici etkileri vardır.
Zerdeçal
İtihap ve ateş önleyici ve antimikrobiyel etkileri çalışmalarla ortaya konulmuştur. Karaciğer hasarını önleyici, antioksidan ve kan lipit seviyesini koruyucudur.
Karanfil
İçerisinde bulunan uçucu özellikteki öjenol (ağrı kesici, antiseptik), ağız ve boğaz mukozası iltihaplarında yangı gidericidir. Bakteri, mikromantar veya virüslerin yol açtığı ağız ve boğaz enfeksiyonlarında antiseptik olarak ve ağrı hissini hafifletici etkisi vardır. Bu nedenle, özellikle Seylan tarçını kabuğu ile birlikte mikroorganizmalar üzerinde etkisi nedeniyle soğuk algınlığında çay olarak içilmesi ya da çayının gargara olarak uygulanması yararlıdır. Yapılan bilimsel çalışmalarda uçucu yağının antibiyotiklerin etkinliğini artırdığı gösterilmiştir.
Karabiber
Top ve toz formlarındaki karabiber meyveleri ile hazırlanan çayla yapılan gargara boğaz enfeksiyonlarında yararlıdır. Bilhassa boğazda soğuk algınlığı belirtilerinin ilk hissedildiği süreçte uygulanması durumunda daha etkilidir. Ayrıca bağışıklık sistemini düzenleyici, yangıyı ve spazmları giderici, kanserleşmeyi önleyici etkileri vardır.
Zerdeçal
İtihap ve ateş önleyici ve antimikrobiyel etkileri çalışmalarla ortaya konulmuştur. Karaciğer hasarını önleyici, antioksidan ve kan lipit seviyesini koruyucudur.
1 Kasım 2013 Cuma
SOSYAL DEVLETİN GEREĞİ
Üstün zekalıya da destekYönetim Bilimi Uzmanı Doğan Ceylan, devletin üstün zekalı veya özel yetenekli öğrencilerin de alacağı destek eğitim giderlerini karşılaması ve bu işi özel girişimcilere bırakması gerektiğini açıkladı.
Bakanlığın 22 Ekim 2013’te bu çocukların tespitinin yapılmasını, anasınıfı ve ilkokulda öğretmenlerince eğitilmelerini, ortaokulda yeteneklerine uygun seçmeli dersler alarak geliştirilmesini ve bilim sanat merkezlerine yönlendirilmesini istediğini belirten Ceylan, “Niyet iyi ancak gözden kaçırılan bazı hususlar var.” dedi.
Doğan konuya ilişkin önerilerini ise şöyle sıraladı:
1. Okulöncesi ve sınıf öğretmenleri, üstün zekalı veya özel yetenekli çocukların eğitimine ilişkin üniversitelerde yeterli eğitim almıyor. Bu durumda öncelikle öğretmenlere eğitim verilmeli.
2. Ortaokul öğrencilerinin Bilim ve Sanat merkezlerine yönlendirilmesi istense de bunların sayısı çok yetersiz, olanlar da dolu. Sayıları en az üç katına çıkarılmalı.
3. Devletçe yeterli sayıda kurum açılana kadar on binlerce çocuğumuz heba olmaya devam edecektir. Bunu önlemenin bir tek yolu var: Devlet özürlülere nasıl sahip çıkıyor ve destek eğitimi giderlerini ödüyorsa, üstün zekalı veya özel yetenekli öğrencilerinkini de karşılamalı ve bu işi özel girişimcilere bırakmalıdır.
Doğan konuya ilişkin önerilerini ise şöyle sıraladı:
1. Okulöncesi ve sınıf öğretmenleri, üstün zekalı veya özel yetenekli çocukların eğitimine ilişkin üniversitelerde yeterli eğitim almıyor. Bu durumda öncelikle öğretmenlere eğitim verilmeli.
2. Ortaokul öğrencilerinin Bilim ve Sanat merkezlerine yönlendirilmesi istense de bunların sayısı çok yetersiz, olanlar da dolu. Sayıları en az üç katına çıkarılmalı.
3. Devletçe yeterli sayıda kurum açılana kadar on binlerce çocuğumuz heba olmaya devam edecektir. Bunu önlemenin bir tek yolu var: Devlet özürlülere nasıl sahip çıkıyor ve destek eğitimi giderlerini ödüyorsa, üstün zekalı veya özel yetenekli öğrencilerinkini de karşılamalı ve bu işi özel girişimcilere bırakmalıdır.
28 Ekim 2013 Pazartesi
ÖĞRETMENLİK KOLAY DEĞİLDİR.
Başarılı öğretmen – Başarısız öğretmen
Öğretmenlik kolay değildir.
Her meslekte olduğu gibi, “Öğretmenlik Mesleğinde” de kişilikler farklı olduğundan “başarılı” ve “başarısız” öğretmenin olunabilir. Eğitimcilerin ve öğrencilerin gözüyle “başarılı, iyi bir öğretmen” in özellikleri nelerdir? Kısaca özetlemek gerekirse; tespitlerimi sizlerle paylaşmak isterim.
İyi bir öğretmen,
1. Öğrencilerine konuşma fırsatı verir, onların derse katılımlarını sağlar.
2. Öğrencilerinin daha aktif olmaları için onları cesaretlendir.
3. Hata yaptıkları zaman bile öğrencilerine cesaret verir.
4. Öğrencilerinin hatalarına karşı hoşgörülüdür.
5. Kendi sorunlarını sınıfa getirmez.
6. Anne-baba ve arkadaş gibi öğrencileriyle dost olmasını bilir.
7. Öğretmeyi ve öğrencilerini sever. Öğrencilerini ciddiye alır.
8. Sınıfta ürününü satmak için profesyonel bir oyuncudur.
9. Derse uygun araç-gerecini ve teknolojiyi kullanır.
10.Dersine ait öğretim metot ve tekniklerini bilir.
11.Konularının öğretimine ilişkin görsel ve işitsel araçları derste kullanır.
12.Üretken bir çevre yaratır. Alanında uzmanlaşmıştır.
13.İyi davranışlar sergiler. Sabırlı ve öğretmenlik heyecanını asla yitirmez.
14.Sınavlardan önce öğretir. Tahtayı çok kullanmaz.
15. “Neyi? Ne zaman? Nasıl? ve Niçin?” öğreteceği konusunda emindir.
16.Yeterince öğretmeden asla sınav yapmaz.
17.Konuları öğrencilerinin seviyelerine göre anlatır.
18.İşini ve öğrencilerini sever. Bir seferde yalnız bir şey öğretir.
19.İyi bir plâncı ve derse hazırlıklıdır. Öğrenci merkezli öğretimi uygular.
20.Öğrencilerine tanır, isimleriyle hitap eder.
21.Kendini alanında sürekli yeniler. Teknolojiyi kullanmasını bilir.
22.Derste beden dilini kullanır. Sınıfta profesyonel bir oyuncudur.
23.Derste bir yerde sabit durmaz, hareket halindedir.
24.Öğrencilerinin kendisini gözleriyle takip etmesini sağlar.
25.Öğrencileriyle arasında daima bir mesafe bulundurur.
26. Veli ve arkadaş toplantılarını yönetir.
27.Derslerine hazırlanarak, amaca uygun bir plânla girer.
28.Kendisini ve dersini sevdirir. Öğrencilerini notla korkutmaz.
29.Derslerinde öğrencilerini sıkmaz. Zaman zaman sınıfa uygun şaka yapar.
30.Her şeyi bildiğine inanmaz. Öğrencilerinin ihtiyaçlarını bilir.
31.Sınıf yönetimini iyi bilir. Sınıfta boşuna zaman harcamaz.
32.Sevgi ve saygıya dayalı bir otoritesi vardır.
33.Araştırmayı sever. Karar vermesini bilir.
34.Derste öğrencileriyle aynı frekanstadır.
35.Tatlı dil ve güler yüzle başarıya ulaşılacağını bilir.
Bu özellikleri çoğaltabiliriz.
Başarısız Öğretmen’in özelliklerine gelince;
Sizler de öğrenci oldunuz. Hani derler ya, “En iyi müfettiş öğrencilerdir”. Belki de öğrenme hevesinizi kıran, dersten soğutan ve başarısız olmanıza neden olduğunu düşündüğünüz öğretmenleriniz olmuştur.
Başarısız öğretmenlerin özelliklerini tek tek saymak istemiyorum. Yukarıdaki özellikleri ters-yüz edersek, çıkan olumsuzluklar da “başarısız öğretmenler”in özellikleri olur.
“Öğrencinin beyni paraşüt gibidir. Açık olduğunda işe yarar…”
Tüm öğretmenlerimize başarılı olmalarını dilerim.
Sevgi ve saygılarımla.
Ali İhsan ÖZÇAKIR
27 Ekim 2013 Pazar
ALIŞKANLIKLAR KÜÇÜK YAŞTA KAZANDIRILIR
| ||
| ||
Her çocuk kendine has eşsiz bir kişilikle doğar. Bu eşsiz kişilik, yıllar geçtikçe gelişmeye başlar. Anne-baba olarak bizlerin görevi, onların sağlıklı olarak büyümelerini ve özgün bireyler olarak kişisel gelişimlerini devam ettirmelerini sağlamaktır.
Kişisel sağlığın öneminin anlaşılabilmesi için, erken yaşlarda eğitime başlanması gerekir. Çocuğun sağlıklı bir birey hâlinde büyümesi ancak sağlık konusunda bilinçli olan bir aile ortamında mümkün olabilir. Çocuğun fizikî olarak sağlıklı bir şekilde büyümeye devam etmesi, zihinsel gelişiminin de sağlıklı bir biçimde devam etmesine yardımcı olur. Sağlık eğitimi, sadece beden sağlığıyla ilgili şeyleri öğretmekle sınırlı değildir. İyi bir sağlık eğitimi aynı zamanda çocuğun zihinsel sağlığına da faydalı olur. Verilecek eğitim ile çocuğun bakış açısında ve tutumlarında olumlu yönde değişimler meydana gelir. “Önlemek tedavi etmekten daha iyidir” felsefesi sağlık konusunda hâlâ doğru bir yaklaşım olarak kabul edilir. Çocuğa sağlık eğitimi verilirken öğretilmesi gereken önemli hususlardan bir tanesi hastalıklara karşı nasıl korunma sağlanacağıdır. Önleyici tedbirler konusunda çocukları bilgilendirmek, onlarda bir uyanıklık ve bir bilinç oluşturmak öncelik verilmesi gereken meselelerdendir. Sağlıklı bir hayat için bu uyanıklık ve bilincin istikrarlı bir şekilde devam etmesi gerekir. Çocuklara sağlıklı hayat kültürünü kazandırırken öncelikle yapabilecekleri küçük ve basit şeyleri öğretmek gerekir. Bilgilerini arttırmaya devam etmek; yaşlarına uygun görevler verip uygulamalar yaptırmak son derece önemlidir. Sağlık eğitimi kapsamında çocuklara kazandırılabilecek bazı alışkanlıklar Şahsî temizliği koruma: Yemekten önce ve sonra elleri sabunla yıkama; tuvalet adabına ve sonrasındaki temizliğe dikkat etme; dişleri günde en az iki kez fırçalama; düzenli olarak banyo yapma; tırnakları kesme, sonrasında elleri ve ayakları temizleme; daima temiz ve düzenli elbiseler giyme, ayakkabılarını boyama; saçları tarama… Bu alışkanlıkları çocukların yaş seviyelerine göre kazandırmaya çalışmalıdır.
Çevreyi temiz tutma:
Sağlıklı bir hayat sadece şahsî temizliğe dikkat etmekle elde edilmez; aynı zamanda bizi kuşatan çevreyi temiz tutmaya da önem vermek gerekir. Çocuğa yaşadığı evi ve çevreyi temiz tutmanın gerekliliği anlatılmalı, ondan buna uygun davranışlar beklendiği hatırlatılmalıdır. Meselâ, kendi odalarını temiz ve düzenli tutma alışkanlığını kazanmaları konusunda; çöpleri çöp kutusuna atma hususunda; banyo ve tuvaleti temizleme gibi işlerde görev vermek suretiyle onlara yardımcı olunabilir.Sağlıklı beslenme: Sağlık eğitiminin amaçları arasında çocuklara sağlıklı gıdalarla beslenmeyi öğretmek de vardır. Çocukları, hijyenik olmayan yiyeceklerden ve abur-cubur tabir edilen gıdalardan uzak durmaları konusunda bilinçlendirmek gerekir. Ayrıca obeziteye yol açacak derecede yemeyi engellemek; msg (mono sodyum glumat/lezzet arttırıcı gıda katkı maddesi), tuz ve yüksek şeker içeren gıdaları sınırlandırmak fizikî ve zihnî bakımdan çocukların yararına olacaktır. Aparatif yiyecek ve içeceklerin evde hazırlanması hem aile bütçesine katkı yapacak hem de çocuğunuzun sağlıklı gıdalarla beslenmesi sağlanmış olacaktır.
Sağlıklı hayat tarzı
Çocukların geç saatlerde yatmaya alışmalarına izin verilmemelidir, Ertesi gün okul yoksa bile buna göz yumulmamalıdır. Yeterince uyumalarının onların büyümeleri ve sağlıkları için son derece önemli olduğunu anlamaları sağlanmalıdır. Keza düzenli olarak spor yapmanın, sigara içmemenin, alkol ve uyuşturucu maddelerden uzak durmanın ehemmiyeti onlara anlatılmalıdır.Sağlık eğitiminde en önemli şey anne-babaların çocuklarına rol modeli olmalarıdır. Anne babalar çocuklarına olumlu örnek olmazlarsa, onlara nasihat vermelerinin hiçbir faydası olmayacaktır. Meselâ, anne-babanın sigara içmeye devam ederken, çocuğuna sigara içmeyi yasaklamasının hiçbir faydası olmayacaktır. Çocuklar çevrelerindeki insanları, özellikle en yakınları olan aile fertlerini modelleyen çok iyi birer taklitçidirler. İyi örnek olamayan anne-babaların çocuklarına sağlıklı yaşamayı öğretmeleri son derece zordur. Sağlıklı hayata yönelik aktiviteler planlarken mutlaka çocuklarınızı da göz önünde bulundurun. Onları da işin içine katın. Çocuklarınızla birlikte onların yaşlarına uygun spor yapın. Meselâ, hergün (ya da düzenli olarak) bisiklet sürün, koşuya çıkın, yürüyüş yapın, yüzmeye gidin… Çocukları bu tür aktivitelere dahil etmek sağlıklı bir hayat yaşamak hususunda onları daha da hevesli bir hâle getirecektir.
TERCÜME: ERHAN AKKAYA
|
22 Ekim 2013 Salı
ÖDEVLERİ KİM YAPIYOR?
Abbas Güçlü
|
Okullarda sözlü kaldırılmış yerine de performans getirilmiş.
Allah velilere kolaylık versin!
Artık sadece akşamları değil hafta sonları da çocukları için seferber olmaya devam edecekler...
Proje ödevleri, uzunca bir süredir zaten vardı.
Öğrenci herhangi bir konuda bazen sanal, bazen de uygulamalı olarak proje hazırlıyor ve bunu büyük bir gururla, okulda, öğretmen ve arkadaşlarının dikkatine sunuyordu...
Projeler bazen haftalık, bazen de dönemlik ya da yıllık oluyor.
Ve hemen hemen her sınıf ve her ders için neredeyse zorunluluk haline geldi.
Çünkü yapan ekstra not alıyor, yapmayan ise ya sınıfta kalıyor ya da en düşük notla sınıf geçiyor.
OKS, YGS, LYS benzeri giriş sınavlarında, okul başarı puanındaki binde birlik bir değişim bile sıralamayı altüst ettiği için yapılan işin ciddiyeti daha da artıyor.
İşte bu yüzden, veliler hatta bu konuda anahtar teslimi proje hazırlayan profesyonel şirketler devreye girmeye başladı. Ama hiçbir şey dışarıdan görüldüğü gibi değil!
Çocuğuyla birlikte daha fazla zaman geçirmek ve ortaklaşa bir şeyler üretmek için masumane duygularla yola çıkan veliler, bir süre sonra patlama noktasına geliyorlar...
Aslında söz konusu projeleri öğrencilerin yapmadığını başta öğretmenler olmak üzere herkes biliyor.
Daha da vahimi, yapılan projeler, bir süre sonra veliler arasında, kim daha görkemlisini yapacak diye yarışa dönüşüyor.
Bu yüzden ilkokul öğrencileri arasında, üniversite bitirme tezi çapında proje getirenler de oluyor...
Örneğin içlerinde kitap yazanlar, mimarlara taş çıkartacak maket hazırlayanlar, dünyadaki açlığa çözüm getirenler, benim diyen modacının altına imza atacağı tasarımlar gerçekleştirenler, güneş enerjisiyle her türlü aleti çalıştıranlar ve daha neler neler...
Keşke bu projeleri bıraksak da öğrencilerin kendileri yapsalar. Belki çok daha basit görünecekler ama sonuçta onların eseri olacak...
Yaratıcılık da dışarıdan takviye ile değil, basit de olsa kendi düşünerek, kendi araştırarak, kendi yaparak gelişir. Amaç da zaten bu. Yoksa velileri seferber etmek değil!..
Üstün yetenekli çocuklarımızın nasıl heba edildiklerini günlerdir yazıyorum. Yaratıcılığın nasıl köreltildiği konusundaki en önemli örnek de verilen proje ödevlerinin veliler tarafından yapılması ve buna seyirci kalınması...
Yetenek ve yaratıcılık?
Türk eğitim sisteminde eğitim kademeleri yükseldikçe öğrencilerin yaratıcılıkları artacağına tam aksine azalıyor.
Sadece o kadarla kalınsa iyi! Cesaretleri de kırılıyor...
Oysa günümüz gençlerinde aranan en temel özelliklerin başında yaratıcılık ve bunları cesaretle ortaya koyma yani sunma geliyor. Ama şimdi biz, bunu da öldürüyoruz...
Daha önce de yazdım. Çocuklara en büyük kötülüğü, iyilik olsun diye hep biz yetişkinler yapıyoruz.
Bunların en başında da, eğitime yön verenler ve anne babalar geliyor...
Konuşan değil, susan...
Ne evde ne de okulda soran, sorgulayan, konuşan ve sürekli icat çıkaran çocuklar istemiyoruz. Oysa her zaman, her koşulda bunun tam aksini söylüyoruz.
Devleti yönetenlerin demeçlerine bakın, hepsi de soran sorgulayan gençler yetiştirilsin istiyorlar ama ağızlarını açtıklarında başlarına neler geldiğini hepimiz görüyoruz.
Evde de durum farklı değil. Özellikle çalışan anne babaların bulunduğu evleri göz önüne getirin. Hele bir de işleri yoğun ve biraz da ekonomik sıkıntı varsa, akşamları yanlarına yaklaşmak mümkün değil. Hele hele üst üste, üç beş soru sorarsanız yandınız.
Okul ve sınıflarda da benzer tablo var! Aynı derste, parmağınızı iki defa kaldırdığınızda bütün gözler size döner, mahalle baskısı başlar ve öğretmen senden başkaları da var diye lafı ağzına tıkayıp moralinizi altüst eder...
Peki o zaman, evde, okulda, sokakta, iş yerinde, askerde, katıldığı toplantı ve gösterilerde konuşamayan gençler nerede konuşacaklar, neyi nasıl sorgulayacaklar?..
Özetin özeti: Eğitim ve çocuk yetiştirmede birinci kural, samimiyettir. Eğer o yoksa gerisi hikaye! Ve sanki bizdeki durum da aynen bu...
Allah velilere kolaylık versin!
Artık sadece akşamları değil hafta sonları da çocukları için seferber olmaya devam edecekler...
Proje ödevleri, uzunca bir süredir zaten vardı.
Öğrenci herhangi bir konuda bazen sanal, bazen de uygulamalı olarak proje hazırlıyor ve bunu büyük bir gururla, okulda, öğretmen ve arkadaşlarının dikkatine sunuyordu...
Projeler bazen haftalık, bazen de dönemlik ya da yıllık oluyor.
Ve hemen hemen her sınıf ve her ders için neredeyse zorunluluk haline geldi.
Çünkü yapan ekstra not alıyor, yapmayan ise ya sınıfta kalıyor ya da en düşük notla sınıf geçiyor.
OKS, YGS, LYS benzeri giriş sınavlarında, okul başarı puanındaki binde birlik bir değişim bile sıralamayı altüst ettiği için yapılan işin ciddiyeti daha da artıyor.
İşte bu yüzden, veliler hatta bu konuda anahtar teslimi proje hazırlayan profesyonel şirketler devreye girmeye başladı. Ama hiçbir şey dışarıdan görüldüğü gibi değil!
Çocuğuyla birlikte daha fazla zaman geçirmek ve ortaklaşa bir şeyler üretmek için masumane duygularla yola çıkan veliler, bir süre sonra patlama noktasına geliyorlar...
Aslında söz konusu projeleri öğrencilerin yapmadığını başta öğretmenler olmak üzere herkes biliyor.
Daha da vahimi, yapılan projeler, bir süre sonra veliler arasında, kim daha görkemlisini yapacak diye yarışa dönüşüyor.
Bu yüzden ilkokul öğrencileri arasında, üniversite bitirme tezi çapında proje getirenler de oluyor...
Örneğin içlerinde kitap yazanlar, mimarlara taş çıkartacak maket hazırlayanlar, dünyadaki açlığa çözüm getirenler, benim diyen modacının altına imza atacağı tasarımlar gerçekleştirenler, güneş enerjisiyle her türlü aleti çalıştıranlar ve daha neler neler...
Keşke bu projeleri bıraksak da öğrencilerin kendileri yapsalar. Belki çok daha basit görünecekler ama sonuçta onların eseri olacak...
Yaratıcılık da dışarıdan takviye ile değil, basit de olsa kendi düşünerek, kendi araştırarak, kendi yaparak gelişir. Amaç da zaten bu. Yoksa velileri seferber etmek değil!..
Üstün yetenekli çocuklarımızın nasıl heba edildiklerini günlerdir yazıyorum. Yaratıcılığın nasıl köreltildiği konusundaki en önemli örnek de verilen proje ödevlerinin veliler tarafından yapılması ve buna seyirci kalınması...
Yetenek ve yaratıcılık?
Türk eğitim sisteminde eğitim kademeleri yükseldikçe öğrencilerin yaratıcılıkları artacağına tam aksine azalıyor.
Sadece o kadarla kalınsa iyi! Cesaretleri de kırılıyor...
Oysa günümüz gençlerinde aranan en temel özelliklerin başında yaratıcılık ve bunları cesaretle ortaya koyma yani sunma geliyor. Ama şimdi biz, bunu da öldürüyoruz...
Daha önce de yazdım. Çocuklara en büyük kötülüğü, iyilik olsun diye hep biz yetişkinler yapıyoruz.
Bunların en başında da, eğitime yön verenler ve anne babalar geliyor...
Konuşan değil, susan...
Ne evde ne de okulda soran, sorgulayan, konuşan ve sürekli icat çıkaran çocuklar istemiyoruz. Oysa her zaman, her koşulda bunun tam aksini söylüyoruz.
Devleti yönetenlerin demeçlerine bakın, hepsi de soran sorgulayan gençler yetiştirilsin istiyorlar ama ağızlarını açtıklarında başlarına neler geldiğini hepimiz görüyoruz.
Evde de durum farklı değil. Özellikle çalışan anne babaların bulunduğu evleri göz önüne getirin. Hele bir de işleri yoğun ve biraz da ekonomik sıkıntı varsa, akşamları yanlarına yaklaşmak mümkün değil. Hele hele üst üste, üç beş soru sorarsanız yandınız.
Okul ve sınıflarda da benzer tablo var! Aynı derste, parmağınızı iki defa kaldırdığınızda bütün gözler size döner, mahalle baskısı başlar ve öğretmen senden başkaları da var diye lafı ağzına tıkayıp moralinizi altüst eder...
Peki o zaman, evde, okulda, sokakta, iş yerinde, askerde, katıldığı toplantı ve gösterilerde konuşamayan gençler nerede konuşacaklar, neyi nasıl sorgulayacaklar?..
Özetin özeti: Eğitim ve çocuk yetiştirmede birinci kural, samimiyettir. Eğer o yoksa gerisi hikaye! Ve sanki bizdeki durum da aynen bu...
18 Ekim 2013 Cuma
ÖĞRETMENLER DE, ÖĞRETMEK İÇİN OKUMALI
Özellikle sekizinci ve dokuzuncu sınıfta öğrencilerin fen bilimlerine ve matematiğe olan ilgilerinin azaldığını tespit eden bilim insanları harekete geçti.
Almanya’nın önde gelen üniversitelerinden Münih Teknik Üniversitesi (TUM) eğitim bilimcileri, ilginin azalmasının doğal bir şey olmadığını gösterdiler ve öğretmenler için yeni bir ders verme tekniği geliştirdiler.
Proje kapsamında öğretmenlere bir yıl ek eğitim verilerek, öğretmenlerin öğrencilere ders hakkında kendilerini daha rahat ifade etme imkanı ve öğrencilerin sorularına daha detaylı cevaplar vermeyi öğretti.
Bu şekilde gençlerin derse olan ilgi ve motivasyonunun arttığını tespit eden bilim insanları, öğretmenlik okuyan üniversite öğrencilerine verilen eğitimi değiştirmek ve öğretmenleri bu konsepte göre yetiştirmek istiyor.
Fizik, kimya, matematik gibi derslere olan ilginin özellikle sekizinci ve dokuzuncu sınıf öğrencilerinde düştüğü yapılan araştırmalar da ortaya kondu.
Konu hakkında araştırma yapan Prof. Tina Seidel, öğretmenlerin fen bilimleri ve matematik derslerinin içeriğini donuk bir konuşma ile öğrencilere aktarmaya çalıştıklarını ifade etti. Seidel, öğretmenlerin daha çok ucu kapalı sorularla dersi anlattıklarını, öğrencilerle konu hakkında çok az konuştuklarını ve öğrencilere çok az geri döndüklerini ifade etti.
Stresli ve yoğun geçen eğitim günlerinde öğretmenlerin bu durumun farkına varmalarının çok zor olduğunu belirten bilim insanları, Gymanisum ve Realschule okullarının sekizinci ve dokuzuncu sınıflarında öğretmenlik yapan öğretmenlerin daha fazla öğrenciyi derse dahil etmesi ve dersi tüm öğrencilere açık bir şekilde vermesi için bir yıla yayılmış 20 saatlik ek seminer almalarını planlanıyor.
Seminer esnasında öğretmenler filme alınıp, daha sonra ders anlatma esnasındaki hal ve hareketleri analiz ediliyor.
BAYRAM AYDIN / MÜNİH
17.10.2013 19:43
9 Ekim 2013 Çarşamba
BOŞANANLARIN, AİLE YUVASI DAĞILIR
Boşanmalara karşı tedbir alınmalı Ali Ferşadoğlu | ||
| ||
“Boşanmalar, muhafazakâr aileler arasında da büyük yükseliş gösteriyor. Bu çevrelerde boşanma oranı yüzde 40. Türkiye’de her ay 15 bin aile boşanıyor. Bu da yılda 180 bin ailenin parçalandığını gösterir.”
Gerek gelişmiş, gerekse üçüncü dünya ülkelerinde aile müessesesini kemiren, huzur ve mutluluğu yok eden, seri ve korkunç boyutlara varan boşanmalar gazete manşetlerinden inmiyor, televizyon ekranlarından, radyo programlarından çıkmıyor. Ülkemizde boşanma sebeplerine gelince: Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu, geçtiğimiz yıllarda yaptırdığı geniş ve derin bir araştırmada, ülkemizde boşanma sebepleri arasında “kötü alışkanlıkların” ilk sırayı aldığını tesbit etmiş. Bunların başında da ilk sırayı alkol alırken, müstehcenlik, fuhuş, rüşvet, kumar ve uyuşturucu kapsamına giren madde alışkanlıkları da âile yapısını bozan, boşanmalara sebep olan, cemiyeti çözen, çökerten iptilâ ve eğilimler arasında yer alıyor. Bunların dışında istismar, sadakatsizlik, ekonomik sebepler, sosyal, kültürel ve cinsel uyumsuzluklar, eşlerin herhangi birisinin fedâkârlıktan kaçınması, çocuk yetiştirmedeki problemler de aile hayatının temellerini aşındırıyor. Buna karşın, büyük çapta kitle iletişim vasıtaları (televizyon, gazete ve dergiler vs.) boşanmaya giden problemlere çözüm üretmek yerine, ne yazık ki problem üretiyor. Araştırma merkezlerimiz ve yetkili merciler de yine ağırlıklı olarak çözüm üretmek yerine sadece, problemleri sıralıyor veya yarayı tesbit ediyor. Halbuki, aileyi korumak, devletin de görevleri arasındadır. Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair 6284 Sayılı Kanun, başta TRT olmak üzere, bütün kamu ve kurumlarına bu vazifeyi yükler. Bu bakımdan, TV kanallarında, anayasada belirlenen aileyi koruma çerçevesinde toplumunun inanç, örf, gelenek ve inanç yapısına uygun aile programları mutlaka zorunlu olmalıdır. Ve aileyi tahrip eden, serbest hayatı özendiren, kötü alışkanlıkları teşvik eden programlar kesin olarak engellenmelidir. İslâmiyet, boşanmaların asgariye indirilmesi için gerekli bütün tedbirleri alır. Keyfî boşanmalara asla müsaade etmez. Keyfî boşanmaları da önlemek için gerekli tedbirleri alır, maddî-manevî yaptırımlar uygular. Zirâ, İslâmın bütün kaide ve yaptırımları, ferdin, ailenin ve toplumun, yani insanın dünya ve ahiret saadetine yöneliktir. | ||
09.10.2013 |
Müslümanları geri bırakan altı manevî hastalık - 1 | ||||||
| ||||||
Bu hastalıkları—meâlen—sıralayacak olursak:
1- Ümitsizlik. 2- Doğruluğun/dürüstlüğün sosyal ve siyasî hayatta ölmesi. 3- Düşmanlığa duyulan sevgi. 4- Müslümanları birbirine bağlayan nûranî bağları bilmemek. 5- Çeşit çeşit bulaşıcı hastalıklar gibi yayılan istibdat/baskı, diktatörlük. 6- Bütün gayret ve çalışmayı şahsî menfaatine yöneltmek.1 Bu maddeleri açmaya çalışmadan önce belirtelim: Eğer bireyler, bu hastalıklarla malül iseler, fertlerin birleşmesinden hasıl olan toplum veya cemaat de elbette aynı illete giriftar olacaktır. nHayat, inişli-çıkışlıdır. Dolayısıyla olumsuz durumlarla sık sık karşılaşabiliriz. Bu bizi ümitsizliğe sevk edebilir. Oysa, mücadele tarlasına ekilen ümit tohumlarıyla yeşerir. Ümidini kaybeden, tarlayı da, tohumu da, ekecek gücü de bulamaz. Aslında ümit, Sonsuz Kudret sahibine duyulan derin güvendir. Bu, aynı zamanda iman derecesinin, o da eldeki güç/kuvvet, enerjinin göstergesidir. Ümitsizlik, bir anlamda, sonsuz Rahmet Sahibini zımnî, yani dolaylı olarak acz ve fakr ile itham etmek demektir! Kim rahmeti itham ederse, rahmetten mahrum kalır. n Doğruluk/dürüstlük, hayatın gerçekliğidir ve ta kendisidir. İslâmiyetin aslı doğruluktur. Doğruluk/dürüstlük sadece esnaf/tüccar, politikacı değil; toplumun her katmanında geçerli olması gereken en birinci haslettir. Dürüstlük, aynı zamanda çifte standartsız bir hayat sürdürmektir. Dürüst olmamak itimatsızlığı, itimatsızlık da yardımlaşma, dayanışma ve işbirliği ruhunu öldürür. O da, ferdi, aileyi ve toplumu… Doğruluk, hem fert, hem de topluma sadece manevî değil, maddî yönden de kazandırır. n Düşmanlık, olumsuz bir duygudur ve negatif enerji yayar. Akrabasına, komşularına, vatandaşlarına, dindaşlarına düşmanlık besleyen onlara negatif enerji pompalar. Dolayısıyla, enerji dönüşümü kanunu gereğince, geriye döner kendisini vurur! Düşmanlık yalnızca şiddetle ortaya çıkmaz. Komşusunun, akrabasının zengin olmasını, çocuklarının üniversiteyi kazanmalarını istememek de kıskançlıktan beslenen düşmanlıktır. Düşman üreten, onlardan korunmak ve yok etmek için çabalar. Enerjisini buna harcayan, olumlu işlere güç yetirebilir mi? Dipnot: 1- Tarihçe-i Hayat, s. 79. | ||||||
03.10.2013
|
4 Ekim 2013 Cuma
ÇOCUK EĞİTİMİNDE DİKKAT EDİLECEK HUSUSLAR...
Yeni eğitim öğretim yılı, 16 Eylül’de başladı.. Yeni yılla birlikte sorunlar da yaşanabilir. Okula yeni başlayan çocukların ödev yapmama konusundaki dirençleri çoğu zaman ebeveyn ve öğretmeni zor durumda bırakabilir. Üsküdar Üniversitesi Rektörü Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, eğitimde yaşanabilecek sorunları aşma noktasında önemli ipuçları veriyor.
Çevremizdeki ailelere baktığımızda birçok anne ve babanın çocuklarına verilen ödevleri yaptıramamaktan şikâyetçi olduğunu görmek mümkün. Çocuğum ödevini yapsın, derslerinde başarılı olsun kaygısında olan ebeveynler bu endişeyle zaman zaman hataya düşebilmekte. Öyle ki çocuğa ödevi bir külfet gibi algılatabiliyorlar. Hatalar zinciri ise burada başlıyor.
Üsküdar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan, ödevin bir külfet olarak algılatılmaması için yapılması gereken bazı şeylerin olduğuna dikkat çekiyor. Tarhan, bunların bir kısmı öğretmenlerin sağduyusuna ve tecrübesine, bir kısmının da anne babaların göstereceği özene bağlı olduğunu söylüyor.
Ailenin çocuğa ödev yapmayı sevdirmesi için öncelikle çocuğunun nasıl bir öğrenme modelinin olduğunu bilmesi gerektiğini ifade eden Tarhan, bir insanın beş çocuğu varsa beşinin de öğrenme modelinin birbirinden farklı olabileceğini kaydediyor. Tarhan çocuğunun öğrenme modelini bilen anne-babanın okuldaki başarısını artırabileceğinin altını çiziyor.
Çocukların ödeve soğuk bakmaları ve ödev yapmak istememelerinde ailelerin ve öğretmenlerin bazı yanlış tutumlarının etkisi olabildiğini ifade eden Tarhan, bu konuda öğretmen davranışlarıyla ilgili birkaç saptamada bulunuyor. Dikkatlerin bu konuya çekilmesiyle çocukların öğretmenleriyle eşgüdüm halinde ödev yapmama sorununa da çare bulunabileceğini belirtiyor Tarhan. Prof. Dr.
Nevzat Tarhan ödevlerin korku nesnesi haline getirilmemesi gerektiğini söylüyor.
“Ödev korku nesnesi haline getirilmemeli!
Ödev çocuk için bir korku nesnesi haline geldiyse çocuk ödevden de okuldan da soğur. Okulgünleri aklına geldikçe bile irkilir, o günleri nefretle ve soğuk duygularla hatırlar. Böyle durumlarda çocuğun öğrenmesi de zaten kalıcı olmaz. Ödevi böylesi bir korku aracı haline getirmeme konusunda anne babalar kadar öğretmenler de duyarlı olmalıdır. Verilen ödevler bütünleştirici, konunun anlamına yardımcı, çocuğu sıkmadan merak uyandıracak mahiyette az ama öz olursa çocuk için daha faydalı olacaktır.”
Tarhan ideal öğretmen modelini de tanımlıyor.
“Sevgi, çağın öğretmen modelinin gereği
Çok başarılı bir öğretmen emekli olurken genç bir meslektaşı kendisine başarısını neye borçluolduğunu sormuş, başarılı öğretmen şöyle cevap vermişti: “Öğrencinin başarılı olabilmesi için dersi sevmesi, dersi sevebilmesi için öğretmeni sevmesi, öğretmeni sevebilmesi için de öğretmenin öğrenciyi sevmesi gerekir. Öğrenciyi seversen ona öğretmek daha kolay olur.”Gerçekten de sevginin çocukları etkileyici bir gücü vardır. Bu gücü kullanabilmek için öğrenciye değer vermek gerekir. Öğrenciyi azarlayan, aşağılayan, hata yaptığı zaman yerin dibine batıran, arkadaşları arasında küçük düşüren öğretmen modeli bu çağın modeli değildir.
Ne yazık ki hâlâ öğrencileri aşağılayan, kaba kuvvet uygulayan öğretmenlere rastlayabiliyoruz. Hâlbuki çocukta korku duygusu yerine sevgi duygusunu harekete geçirerek öğretmek çok daha kolaydır. Öğretmen öğrenciye sevgiyle yaklaştığı zaman çocuğun beyni öğrenmeyle ilgili birmutluluk kimyasalı salgılar ve öğrenme kalıcı hale gelir.”
Ailelerin yaptıkları eğitim hatalarını ise Tarhan şöyle sıralıyor.
“Çocuk okuldan geldiğinde bir süre serbest bırakılmalı!
İlki çocuk okuldan gelir gelmez onu dersin başına oturmaya zorlamaktır. Dinlenmesi için hiç fırsatvermeden, hemen ödevini yapmaya zorlamak çocuğun ödeve karşı antipati duymasına, kötü duygular beslemesine neden olur. Bazı anneler sanki çocuk ödevi olduğunu, ders çalışması gerektiğini düşünemeyecekmiş gibi masanın başına oturtana kadar çocuğa sürekli çalışması gerektiğini hatırlatırlar. Çocuk hiç dinlenmeden ödeve başlatılırsa ödevden de oyundan bir tat alamaz. Halbuki çocuk okuldan geldikten sonra belli bir süre serbest bırakılsa, rahat bir nefes alsa daha verimli bir çalışma yapacaktır.
Anne-öğretmen ve çocuk ilişkisi önemli!
Sürekli ders çalışmasını hatırlatan bir anne varsa, çocuk onu gördüğü zaman sadece ders çalışma zorunluluğunu hatırlar, başka bir şey hatırlamaz. Anneyle çocuğun ilişkisi bozulursa, düzeltmek zor olur; oysa dersteki zayıflık bir şekilde telafi edilir. Onun için anneyle olan ilişkiyi bozmadan ders çalışmayı zevkli hale getirmek gerekir. Aynı şekilde öğretmenle öğrencinin ilişkisi de bozulmadan gidebilmelidir.
Çocuğun hayatı programlı olmalı!
Çocuğun hayatının programlı olması gerekir. Okuldan sonra belli bir süreyi oyun ve dinlenme ile geçirmeli, ardından ders çalışmalıdır. Aileler de bu saatleri belirleyip çocuğun buna riayet etmesini sağlamalıdır.
Salt bilgi yığını değil hayat becerisi de öğretilmeli!
Çocuk ders çalışırken ödevin konusunun yanı sıra hayatı, ders çalışma metodunu, disiplinli olmayı, zorluklara dayanmayı öğrenmelidir. Çocuğa güven duygusunun eşlik ettiği bir sorumluluk duygusu kazandırmak gerekir. Aksi halde sadece itaati öğrenir. Halbuki çocuk bireysel yaratıcılık,sorun çözme, insanlarla iletişim kurabilme gibi beceriler kazanmalı, sadece kurallara uyan, otoriteye itaat eden bir insan yetişmemelidir. Ancak özgür düşünen, farklı olabilen, sorgulayan, yeteneklerini geliştirebilen çocukların yetiştiği bir toplum gelişebilir. O nedenle ödev salt bir bilgi yığını değil hayat becerisi öğretebilmelidir.
Yüksek başarı beklentisi başarısızlığı getiriyor!
Yapılan hatalardan birisi de ailelerin çok yüksek motivasyonlu olmaları ve çocuğa devamlı çok başarılı olmasını beklediklerini hissettirmeleridir. Ailedeki yüksek beklenti düzeyine ulaşamayan çocuk ne yaparsa yapsın ailesini memnun edemez. Bu nedenle “Nasıl olsa ben annemi ve babamı memnun edemeyeceğim” deyip yenilgiyi baştan kabul eder hiç çalışmamaya başlar. Aslında yeterince zeki olan çocuk, “yapamam, başaramam” duygusuna yenildiği için başarısız olur.
Hata ve kusurlara odaklanmak güveni zedeliyor!
Hem öğretmen hem de aile hep olumsuza; çocuğun hatalarına, kusurlarına odaklanırsa çocuğun kendine güveni zayıflar, çalışma şevki kırılır. Sık sık verdiğimiz bir örnek vardır: Diyelim ki çocukkarne getirdi. Notlarının yedi tanesi iyi, üç tanesi zayıf. Çoğu ailenin yaklaşımı neden üç tane zayıf olduğunu sorgulamak şeklinde olur. Aileler bunu iyi niyetle, çocuğun daha başarılı olmasını istedikleri için yapıyorlar fakat farkında olmadan çocuğu ders çalışmaktan soğutuyorlar. Oysa “Bak, şu dersler pekiyi, bunları çok güzel başarmışsın. Hadi beraber bu üç zayıfı nasıl düzelteceğimizi düşünelim ve bir çözüm bulalım” denirse çocuk “Annemle babam benim olumlu yönlerimi de görebiliyor” der ve dikkatini zayıfları düzeltmeye verir, başarabileceğine inanır ve çözüm üretir.”
30 Eylül 2013 Pazartesi
ÇOCUK OKULA GİTMEK İSTEMİYOR....
Okul fobisinin nedeni çcuk değil anne!
Yeni eğitim öğretim yılının başlamasıyla beraber aileleri okul telaşı sardı
Psikolog Deniz Erden, zihinsel, ruhsal ve sosyal yönden okula başlamaya hazır olan çoğu çocukta ,okulun ilk günlerinde ağlama, okula gitmek istememe, anneden ayrılamama gibi davranışların görülmesinin doğal bir durum olduğunu ifade etti. Okula giden çocukların yaklaşık yüzde 2-4'ünde okul fobisi görüldüğünü belirten Erden, "Ortaöğretim çağındaki ergenlerde ise görülme sıklığı azalıyor ancak budönemde görülen okul fobisinin tedavisi daha da zorlaşıyor. Okula yeni başlayan çocuk küçük ve zayıf olduğunu düşünüyor. Çevresinde olan olayların çoğunda kendini yetersiz hissediyor ve bu durum küçük çocuğun genelde dış dünyadan korkmasına ve paniklemesine yol açıyor . Okul çağı ile dış dünyanın kapıları açılmaya başlıyor ve çocuk kendini ilk kez karşılaştığı ve bilmediği bir ortamda buluyor. Çocuk , dolayısıyla aile içi güveni ve kurulu düzeni kaybedeceği endişesine kapılıyor . Kimi çocuklarda ise okulun ilk günlerinde bu durum uzuyor ve okula gitmek istememe tepkilerine, şiddetli baş ağrıları, şiddetli karın ağrıları, mide bulantıları, renkte solukluk ve kilo kaybı eşlik edebiliyor." dedi.
"AŞIRI KORUMA OKUL FOBİSİNE YOL AÇIYOR "
OKUL KORKUSU YAŞAYAN ÖĞRENCİ BU BELİRTİLERİ GÖSTERİYOR
Erden, okul korkusunun belirtilerini şöyle sıraladı: "Genellikle anneye çok bağımlı bir çocuğun aniden anneden ayrılmasıyla ortaya çıkan bu durum, çocukta mide bulantısı, karın ağrısı ve baş dönmesine neden oluyor. Enerji ve istek kaybı, alınganlık ve sinirli olma, iştahsızlık ve uykuda huzursuz olma, mide bulantısı, ağlama, okula gitmeye direnme gibi belirtiler gözlenebiliyor. Okula gitmekten kaçınma davranışı; çocuk okul etkinliklerine karşı pasif, içe kapanık ve utangaç davranıyorsa, okulda ve evde daha çok nedensiz ağlamaya, kavga etmeye ve dikkat çekmeye başladıysa, sık sık hasta olan bir çocuk olmadığı halde baş ya da karın ağrısından şikayet ediyorsa, bu durum okul fobisiyle açıklanıyor. Ancak bu durumun uzaması durumunda mutlaka uzman yardımı alınması gerekiyor."
Erden; öğretmen baskısı, öğrencinin okul ortamında başaramadığı ya da anlamadığı dersler konusunda eğitmen tarafından aşırı tepki gösterilmesi, uygun olmayan sınıf düzeni, arkadaş çevresinin alay etmesi, okulda ya da okul yolunda fiziksel olarak tehdit edici bir yerin ya da birilerinin olması, şiddetin ve belirsizliğin hüküm sürdüğü olumsuz bir okul ortamı, çocuğun okulda hırpalanmasına, alay edilmesine, reddedilmesine ve kavga etmesine yol açacak olumsuz yaşantılar ve iletişim becerilerinde eksikliğinin olması gibi durumlar, öğrencinin okul fobisini geliştirerek depresyona girmesine sebep olabileceğini söyledi.
MADDİ VE MANEVİ KALKINMA İÇİN EĞİTİM
27 Eylül 2013, 09:15
Eğitim meselesi, 17 milyona yakını ilk ve ortaöğretim olmak üzere yüksek okullarla 20 milyon öğrenciyi, bir milyonu aşan öğretim kadrosunu ve 30-40 milyon veliyi doğrudan ilgilendiriyor; lâkin temelde maddî ve mânevî kalkınmayı ve ülkenin geleceğini alâkadar ediyor.
Bunun içindir ki Bediüzzaman, “Hamidiye Alaylarına Dair Beyân-ı Hakikat” başlıklı makalesinde, Osmanlının son döneminde “maarif projesi”ne önem verir. Yabancı devletlerin ve gizli servislerin, özellikle Doğu’da tahrik ve propagandalarla bölgeyi anarşi ve kargaşayla ifsada sürükleyip hadiseler çıkarması ve rahatsızlık şikâyetlerinin artması üzerine “eğitimin gereği”ni vurgular.
Ecnebilerin aşiretleri tahrik ve fitne propagandasıyla bölgeyi Osmanlıdan ayırmak ve iftirak kışkırtmalarına mukabil, bölgedeki aşiretlerden teşekkül ettirilen alayların düzenli ordu birlikleri emrinde hayırlı hizmetlere örnek gösterdiği “Hamdiye Alayları”nın lağvı (kökten kaldırılması) yerine ıslâhının gereğini kaydeder. (Eski Said Dönemi Eserleri, 19-21; Şûra-yı Ümmet Gazetesi, 6 Teşrnisanî 1324-19 Kasım 1908, sayı 46)
“Medeniyet cennetinin-bahçelerinin ve yükselme yolunun birinci kapı basamağı”na ancak açılan “bostan-ı maarifle (eğitim bahçesiyle) çıkılacağını, Hamidiye Alaylarını eğitim hususunda hakikat ışığıyla aydınlanan “küçük bir pencere” olarak târif eder. İttihadın, terakkinin topyekûn bir “maarif projesi”nin hayata geçirilmesiyle esaslı bir eğitimle olacağına dikkat çeker. Sıkıntıları daha da arttırıp ölümcül etkilere sebebiyet veren cehâleti, husûmeti, ihtilafı ve kavga ve kan davalarını ortadan kaldırmanın, birlik ve bütünlük içinde maddî ve mânevî kalkınmanın birinci âmilinin eğitim olduğunu belirtir.
Halkın “hayat mâdeni ve ittihadın temeli ve büyük râbıtası” olarak “medenileşme kabiliyetini” ancak eğitimle gösterebileceğini anlatır. Maarifi, “meşrutiyetle (demokratik idâre ile) yeni uyanmış efkâr-ı umûmiyenin (kamuoyunun) dürbünü ile istikbalde keşfedeceği millî hayatın mâdenlerini işletip Osmanlının ayrılmaz parçası olan sadâkâtı tahkim ve te’sisine mükemmel bir sebeb” târif eder. (a.g.e.)
“MAARİF PROJESİ”NİN ÖNEMİ…
Yine bu gerekledir ki, bir Osmanlı münevveri olarak Bediüzzaman, maarifinin tesisini, “efkâr-ı umûmiyenin (kamuouyun) dürbünü, keskin kılıcı” olarak çözümü, öncelikle maarifte görür. Bunu, “Bizim düşmanımız, cehâlet, zarûret (fakirlik) ve ihtilâftır, bu üç düşmana karşı san’at (sanayi), mârifet (eğitim) ve ittifak silâhıyla cihâd edeceğiz” formülüyle hülâsa eder. Cehâleti, atalet (tembellik) ve dindeki zaaftan türeyen kötü ahlâkla birlikte bir maraz olarak teşhis eder. (a.g.e., 31)
“Cehâlet, fakirlik, keşmekeş ve dahilî ihtilâf” olarak teşhis ettiği üç düşmana karşı, “üç elmas kılıç” ve “üç kıymettar cevher” olarak tavsif ettiği, “ittihad-ı millînin (millî birliğin), sa’yi insaninin (insanî hizmet ve emeğin) ve muhabet-i millînin (millet sevgisinin), din, nâmus ve gayret lisânıyla muhâfazasını ister.
Osmanlı coğrafyasında, “maarif-i cedide” dediği medeniyetin lüzumlu fenlerinin müsbet ilimlerin mekteplerde medreselerdeki dinî ilimlerle beraber okutulmasının önemi üzerinde durur. Birbirinden kopuk hale gelen tekye, medrese ve mektebi buluşturan ve barıştıran “vicdanın ziyâsı (ışığı) din ilimleriyle aklın nuru olan fen ve bilimin birlikte okutulması” çerçevesinde geliştirdiği “maarif projesi”ni ehemmiyetle önerir.
Maarifi, “millî hayatın birlik ve bütünlüğünün teminatı, kefili ve hukukunun muhâfazası olan efkâr-ı umumîyeyi (kamuoyunu) tenvir (aydınlatma) ve parlatmakla ittihadı ve maarifi tesisle cehâleti izâle edeceğini” belirtir.
“OKUMAK, YİNE OKUMAK, YİNE OKUMAK!”
“Birinci düşman” olarak nitelediği “fakirliğin” istilâsına yardım eden cehâlete, ihtilâfa ve “muâdat-ı câhilâne”ye (bilgisizce karşılıklı düşmanlığa) karşı “birinci kılıcımız olan maarif, ikincisi ittifak ve muhabbet-i millî (millet sevgisi) ve üçüncüsü de “teşebbüs-ü şahsî (şahsî girişimcilik) ve sa’yi nefsî (şahsî çaba ve gayret)” için her şeyden önce maarifi önemser. (Eski Said Dönemi Eserleri, 25;Kürt Teâvün ve Terakkî Gazetesi, 22ve 29 Teşrnisani 1324, 12 Aralık 1908) sayı 2, sayfa 13)
Bunun içindir ki, Doğu’daki mânevî etkisini ve bölge üzerindeki nüfuzunu bilen Şeyh Said’in mektupla “kıyam” çağrısına, “Türk milleti asırlardan beri İslâmiyetin bayraktarlığını yapmıştır. Çok veliler yetiştirmiş ve şehitler vermiştir. Böyle bir milletin torunlarına kılıç çekilmez. Biz Müslümanız, onlarla kardeşiz; kardeşi kardeşle çarpıştırmayız. Bu şer’an câiz değildir. Kılıç, hâricî düşmana karşı çekilir. Dahilde (içte) kılıç kullanılmaz. Teşebbüsünüzden vazgeçiniz, yoksa akim (neticesiz) kalır; birkaç câni yüzünden binlerce mâsum kadın ve erkek telef olabilir” ikazıyla red cevabına, “Bu zamanda yegâne kurtuluş çâremiz, Kur’ân ve iman hakikatlarıyle, tenvir (aydınlatmak) ve irşad etmektir (eğitmektir)” çâresini yazar. (Tarihçe-i Hayat, 135, Necmeddin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursî, 268-269)
Bediüzzaman’ın bir asır önce devrin gazetelerinde, çeşitli zeminlerde ve daha sonra eserlerinde ifade ettiği bu temel tezlere bu ülkenin bugün de büyük bir ihtiyacı vardır.
Ülkenin demokratikleşmesinden sanayileşmesine, adına peşpeşe “paket”ler açılan “açılımlar”dan “Güneydoğu-Kürt meselesi”nden “kardeşlik projesi”nnin ikamesine kadar, bütün sorunların ötesinden ancak eğitimin ıslâhı ile gelinir.
Gerçek şu ki, temel sorun olarak “eğitim sistemi” ıslâh edilmeden ve eğitimin demokratikleşmeden, ideolojik kelepçelerden kurtarılmadan Türkiye’nin hiçbir sorunu çözülmüyor.
Ve en son Ekonomik Kalkınma ve işbirliği Örgütü’nün (OECD) hazırladığı yıllık “eğitim raporu”nda “akademik başarı listesi”nde Türkiye’nin matematik, fen bilimleri ve okuma alanlarında 43. sırada sonlarda yer alması ve halen 100 dünya üniversitesinden ilk 10 üniversiteye girememesi, Türkiye’de eğitimin ehemmiyetini ortaya koyuyor.
Bu bakımdan, Bediüzzaman”ın “Son vasiyetim şudur: Okumak, yine okumak, yine okumak! Sonra birbirinizin elini sıkı tutmak, ittihat etmek, ittifak âleminde yaşamak!” tavsiyesiyle, birlik ve beraberlik içinde Türkiye’nin maddî ve mânevî kalkınmasının temel zemini olan eğitim sisteminin ıslâhından başka çâre görünmüyor. (Eski Said Dönemi Eserleri, 25)
Bunun içindir ki Bediüzzaman, “Hamidiye Alaylarına Dair Beyân-ı Hakikat” başlıklı makalesinde, Osmanlının son döneminde “maarif projesi”ne önem verir. Yabancı devletlerin ve gizli servislerin, özellikle Doğu’da tahrik ve propagandalarla bölgeyi anarşi ve kargaşayla ifsada sürükleyip hadiseler çıkarması ve rahatsızlık şikâyetlerinin artması üzerine “eğitimin gereği”ni vurgular.
Ecnebilerin aşiretleri tahrik ve fitne propagandasıyla bölgeyi Osmanlıdan ayırmak ve iftirak kışkırtmalarına mukabil, bölgedeki aşiretlerden teşekkül ettirilen alayların düzenli ordu birlikleri emrinde hayırlı hizmetlere örnek gösterdiği “Hamdiye Alayları”nın lağvı (kökten kaldırılması) yerine ıslâhının gereğini kaydeder. (Eski Said Dönemi Eserleri, 19-21; Şûra-yı Ümmet Gazetesi, 6 Teşrnisanî 1324-19 Kasım 1908, sayı 46)
“Medeniyet cennetinin-bahçelerinin ve yükselme yolunun birinci kapı basamağı”na ancak açılan “bostan-ı maarifle (eğitim bahçesiyle) çıkılacağını, Hamidiye Alaylarını eğitim hususunda hakikat ışığıyla aydınlanan “küçük bir pencere” olarak târif eder. İttihadın, terakkinin topyekûn bir “maarif projesi”nin hayata geçirilmesiyle esaslı bir eğitimle olacağına dikkat çeker. Sıkıntıları daha da arttırıp ölümcül etkilere sebebiyet veren cehâleti, husûmeti, ihtilafı ve kavga ve kan davalarını ortadan kaldırmanın, birlik ve bütünlük içinde maddî ve mânevî kalkınmanın birinci âmilinin eğitim olduğunu belirtir.
Halkın “hayat mâdeni ve ittihadın temeli ve büyük râbıtası” olarak “medenileşme kabiliyetini” ancak eğitimle gösterebileceğini anlatır. Maarifi, “meşrutiyetle (demokratik idâre ile) yeni uyanmış efkâr-ı umûmiyenin (kamuoyunun) dürbünü ile istikbalde keşfedeceği millî hayatın mâdenlerini işletip Osmanlının ayrılmaz parçası olan sadâkâtı tahkim ve te’sisine mükemmel bir sebeb” târif eder. (a.g.e.)
“MAARİF PROJESİ”NİN ÖNEMİ…
Yine bu gerekledir ki, bir Osmanlı münevveri olarak Bediüzzaman, maarifinin tesisini, “efkâr-ı umûmiyenin (kamuouyun) dürbünü, keskin kılıcı” olarak çözümü, öncelikle maarifte görür. Bunu, “Bizim düşmanımız, cehâlet, zarûret (fakirlik) ve ihtilâftır, bu üç düşmana karşı san’at (sanayi), mârifet (eğitim) ve ittifak silâhıyla cihâd edeceğiz” formülüyle hülâsa eder. Cehâleti, atalet (tembellik) ve dindeki zaaftan türeyen kötü ahlâkla birlikte bir maraz olarak teşhis eder. (a.g.e., 31)
“Cehâlet, fakirlik, keşmekeş ve dahilî ihtilâf” olarak teşhis ettiği üç düşmana karşı, “üç elmas kılıç” ve “üç kıymettar cevher” olarak tavsif ettiği, “ittihad-ı millînin (millî birliğin), sa’yi insaninin (insanî hizmet ve emeğin) ve muhabet-i millînin (millet sevgisinin), din, nâmus ve gayret lisânıyla muhâfazasını ister.
Osmanlı coğrafyasında, “maarif-i cedide” dediği medeniyetin lüzumlu fenlerinin müsbet ilimlerin mekteplerde medreselerdeki dinî ilimlerle beraber okutulmasının önemi üzerinde durur. Birbirinden kopuk hale gelen tekye, medrese ve mektebi buluşturan ve barıştıran “vicdanın ziyâsı (ışığı) din ilimleriyle aklın nuru olan fen ve bilimin birlikte okutulması” çerçevesinde geliştirdiği “maarif projesi”ni ehemmiyetle önerir.
Maarifi, “millî hayatın birlik ve bütünlüğünün teminatı, kefili ve hukukunun muhâfazası olan efkâr-ı umumîyeyi (kamuoyunu) tenvir (aydınlatma) ve parlatmakla ittihadı ve maarifi tesisle cehâleti izâle edeceğini” belirtir.
“OKUMAK, YİNE OKUMAK, YİNE OKUMAK!”
“Birinci düşman” olarak nitelediği “fakirliğin” istilâsına yardım eden cehâlete, ihtilâfa ve “muâdat-ı câhilâne”ye (bilgisizce karşılıklı düşmanlığa) karşı “birinci kılıcımız olan maarif, ikincisi ittifak ve muhabbet-i millî (millet sevgisi) ve üçüncüsü de “teşebbüs-ü şahsî (şahsî girişimcilik) ve sa’yi nefsî (şahsî çaba ve gayret)” için her şeyden önce maarifi önemser. (Eski Said Dönemi Eserleri, 25;Kürt Teâvün ve Terakkî Gazetesi, 22ve 29 Teşrnisani 1324, 12 Aralık 1908) sayı 2, sayfa 13)
Bunun içindir ki, Doğu’daki mânevî etkisini ve bölge üzerindeki nüfuzunu bilen Şeyh Said’in mektupla “kıyam” çağrısına, “Türk milleti asırlardan beri İslâmiyetin bayraktarlığını yapmıştır. Çok veliler yetiştirmiş ve şehitler vermiştir. Böyle bir milletin torunlarına kılıç çekilmez. Biz Müslümanız, onlarla kardeşiz; kardeşi kardeşle çarpıştırmayız. Bu şer’an câiz değildir. Kılıç, hâricî düşmana karşı çekilir. Dahilde (içte) kılıç kullanılmaz. Teşebbüsünüzden vazgeçiniz, yoksa akim (neticesiz) kalır; birkaç câni yüzünden binlerce mâsum kadın ve erkek telef olabilir” ikazıyla red cevabına, “Bu zamanda yegâne kurtuluş çâremiz, Kur’ân ve iman hakikatlarıyle, tenvir (aydınlatmak) ve irşad etmektir (eğitmektir)” çâresini yazar. (Tarihçe-i Hayat, 135, Necmeddin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursî, 268-269)
Bediüzzaman’ın bir asır önce devrin gazetelerinde, çeşitli zeminlerde ve daha sonra eserlerinde ifade ettiği bu temel tezlere bu ülkenin bugün de büyük bir ihtiyacı vardır.
Ülkenin demokratikleşmesinden sanayileşmesine, adına peşpeşe “paket”ler açılan “açılımlar”dan “Güneydoğu-Kürt meselesi”nden “kardeşlik projesi”nnin ikamesine kadar, bütün sorunların ötesinden ancak eğitimin ıslâhı ile gelinir.
Gerçek şu ki, temel sorun olarak “eğitim sistemi” ıslâh edilmeden ve eğitimin demokratikleşmeden, ideolojik kelepçelerden kurtarılmadan Türkiye’nin hiçbir sorunu çözülmüyor.
Ve en son Ekonomik Kalkınma ve işbirliği Örgütü’nün (OECD) hazırladığı yıllık “eğitim raporu”nda “akademik başarı listesi”nde Türkiye’nin matematik, fen bilimleri ve okuma alanlarında 43. sırada sonlarda yer alması ve halen 100 dünya üniversitesinden ilk 10 üniversiteye girememesi, Türkiye’de eğitimin ehemmiyetini ortaya koyuyor.
Bu bakımdan, Bediüzzaman”ın “Son vasiyetim şudur: Okumak, yine okumak, yine okumak! Sonra birbirinizin elini sıkı tutmak, ittihat etmek, ittifak âleminde yaşamak!” tavsiyesiyle, birlik ve beraberlik içinde Türkiye’nin maddî ve mânevî kalkınmasının temel zemini olan eğitim sisteminin ıslâhından başka çâre görünmüyor. (Eski Said Dönemi Eserleri, 25)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)