31 Ağustos 2013 Cumartesi

AKILLI GENÇLERE TAVSİYELER…



M. Ali KAYA
1. Ne kadar emin olursanız olun, her duyduğunuz ve gördüğünüze inanmayın!
2. Ne kadar kendinize güvenirseniz güvenin, araştırmadan emin olmayınız.
3. Ne kadar bilirseniz bilin, ama bir bilene sormadan emin olmayınız.
4. Ne kadar isterseniz isteyin, hislerinizle hareket etmeyiniz.
5. Ne kadar zekânıza ve bilginize güvenseniz de tecrübeli kişileri dinleyiniz.
6. Ne kadar kararlı olursanız olun; ama burnunuzun dikine gitmeyiniz.
7. Kalbiniz ne kadar size gerçeği söylese de aklınıza sormadan karar vermeyin.
8. Ne kadar dua etmiş olsanız da talihinize fazla güvenmeyin, çalışmaya bakın.
9. Ne kadar bilseniz de bilginize güvenmeyin, bilmediklerinizin olacağını bilin.
10. Kendinizi ne kadar beğenseniz de başkasının sizi nasıl gördüğüne bakın.
11. Yaptıklarınızın ne kadar doğru olduğunu bilseniz de kendinizi sorgulayın.
12. Biri hakkında ne kadar emin olsanız da yine de peşin hükümlü olmayınız.
13. Olayları ne kadar iyi bilseniz de perde arkasını bilmeden karar vermeyiniz.
14. Ne kadar özgür fikirli olsanız da sabit fikirli olmayınız.
15. Ne kadar çok bilgiye sahip olsanız da detayları atlamayınız.
16. Ne kadar çok zamanınız olsa da bu günün işini yarına bırakmayınız.
17. Ne kadar katı tutumlu olsanız da şartları ve zamanı düşünerek esnek olunuz.
18. Kendinize ne kadar güvenirseniz güvenin; ama başkasının penceresinden de bakınız.
19. Karşınızdaki ne kadar kusurlu olursa olsun, onu kusurunu yüzüne vurmayınız.
20. Arkadaşlarınız ne kadar çok olursa olsun güveneceğiniz arkadaşınızı iyi seçiniz.
21. Olayları ve sorunları sadece kendi açınızdan değerlendirmeye çalışmayınız.
22. Bulunduğunuz ortamda yerinizi ve haddinizi bilin.
23. Ne zaman konuşacağınızı ve nerede susacağınızı iyi tespit edin.
24. Başkalarının hayallerine ve ideallerine inanmasanız da saygı duymasını bilin.
25. Ağzınıza girenlerle, dudaklarınızdan çıkanlara dikkat ediniz.
26. Karşınızdaki insana ne kadar güvenseniz de kendinize saklayacağınız sırrınız olsun.
27. Başkalarının dürüst olmadıklarından şikâyet etmeden önce kendiniz sorgulayın.
28. Vicdanınız rahatsa sizi suçlayanlara fazla önemsemeyin.
29. Ne kadar akıllı olursanız olun, öfkeli olduğunuz zaman karar vermeyiniz.
30. Doğru şartların oluşmasını beklemek yerine, şartları siz kendiniz oluşturun.
31. Bir konuda “Evet!” derken de, “Hayır!” derken de iyi düşünün.
32. Haksızlık karşısında tepki göstermekten çekinmeyiniz.
33. Hatalarınızı size söyleyenlerin sizin dostlarınız olduğunu unutmayınız.
34. Başkalarının sizi suçlamasına fırsat vermeyiniz.
35. Başarısızlığınızın sebeplerini asla dışarıda aramayın.
36. Bir şeyi kaybederken bir başka şeyi kazandığınızı unutmayın.
37. Canınızı sıkan şeylerin sizi üzmesine fırsat vermeyiniz; unutunuz gitsin.
38. Geçmişe takılıp kalmayınız; istikbal geçmişte değil, gelecektedir.
39. Sizi cesaretlendirecek ve motive edecek arkadaşlar edinin.
40. Kalbinizden imanı, dilinizden duayı eksik etmeyiniz.

24 Ağustos 2013 Cumartesi

GÖNÜLDEN GÖNÜLE,SEVGİ SÖZLERİ



RAFET ÖZCAN

"GÜZEL DÜŞÜNEN GÜZEL GÖRÜR,GÜZEL GÖREN HAYATINDAN LEZZET ALIR".

GÜZEL SÖZLER


YAŞAM ÜZERİNE
Gençliği anlamaz hale gelmişseniz,dünyadaki işiniz bitmiş demektir. Hz.Ali
Zor olan kahramanca ölmek değil,kahramanca yaşamaktır.                                       Cenap.Şehabeddin
Yaşamak için yemeli,yemek için yaşamamalıdır. Moliere


İNSAN İLİŞKİLERİ ÜZERİNE
İnsanları yargılarsan onları sevmeye zaman kalmaz. Rahibe Terasa
Bir insanı tanımak istiyorsanız onu büyük bir mevkiye geçiriniz. La Bruyere
Gerçek olan bir tek yarış vardır,insanlık yarışı.
Her insan meyvesi ile tanınır. Martin Luther

FAZİLET-ERDEM ÜZERİNE
Öfkeni aklınla yenemiyorsan kendini insandan sayma. Volter
Fazilet ruhun güzelliğidir.Sokrates
Yeryüzünde yegane solmayan çiçek fazilet çiçeğidir. Cowper
Gümüş altından altın faziletten daha ucuzdur. Horatius

DOSTLUK ÜZERİNE
Biri sana sırtını çevirirse üzülme,böylece dostunla düşmanını ayırt etmiş olursun.Hz.Ali
Dost kazanmanın tek yolu .Dost olabilmektir. Emerson
Dostu olmayan insan en yoksul insandır. J.M.Bechestein
Ayıpsız dost arayan dostsuz kalır. Mevlana

BİLGİ ÜZERİNE
Akılsızlık alameti dörttür;
1-Ahmağa fikir danışmak,
2-Cahile para vermek,
3-Dostların öğütlerini dinlememek,
4-Dünyadan ibret almamak, F.A.Horz
Alimi mürşit koyun olmalı kuş olmamalı,zira koyun kuzusuna süt, kuş yavrusuna kay verir. Bediüzzaman

İYİLİK ÜZERİNE
Kötü insanlar yemek için yaşar,iyi insanlar yaşamak için yer. Sokrates
İyilik insanlık sanatıdır. Nizami
İyilik insanları birbirine bağlayan altın zincirdir. Goethe
İyiliği yalnız iyiler anlar,kötülüğü herkes. Cenap Şehabettin
Fenalığa mani olmakta iyilik sayılmaz mı? Descartes

ACI ÜZERİNE
Acıların en acısı,kendi kendimize çektirdiğimiz acıdır.Sophokles
Acı,akıllı adamların hocasıdır.Türk Atasözü
İnsanın alışamayacağı acı yoktur.G.D’Annunzio
Acı tanımamış olmak büyük bir acıdır. M.T.Çiçero

İBRETLİ SÖZLER
Mezarlıktakilerin pişman oldukları şeyler için,dünyadakiler birbirlerini kırıp geçiriyorlar.  İmamı Gazali
Karanlıktan şikayet edeceğine kalk bir mum yak.   Konfeçyüs

BAŞARI İLE İLGİLİ SÖZLER
Hayatta en büyük eğlence, başkasının yapamazsın dediği şeyi yapmaktır. Wolter Bogeth
Hiç kimse, başarı merdivenine elleri cebinde tırmanmamıştır. J.Keth.Moorhead
Hayatta başarılı olmak için,akılsız görünmeli,ama akıllı olmalı. Montesqio

SEVGİ ÜZERİNE
Sevgi,sevgi üreten bir güçtür.Güçsüzlük sevgi üretmemektedir. Eric Fromm
Sevmek insanın kendi kendini aşmasıdır.Oscar Wilde
Gerçekten sevenler karşılık beklemeden severler. A.Hamdi Tanpınar.

MUTLULUK ÜZERİNE
İnsanlardan hiç bir şey beklemeyen mutludur.Çünkü o hiçbir zaman hayal kırıklığına uğramayacaktır.  Aleksandır Pope
Bütün mutsuzluklar yokluktan değil,çokluktan ileri gelir. Tolstoy
Mutlu olmanın iki yolu vardır:Ya arzularımızı azaltmak.Ya da imkanlarımızı çoğaltmak. B.Franklin

DOĞRULUK ÜZERİNE
İnsanların en cömerdi istenmeden veren;en asili de intikama gücü yeterken bağışlayandır. Hz.Hüseyin
Her sözün doğru olsun,fakat her doğruyu her yerde söyleme. Bediüzzaman
Yalanın dostu,gerçeğin de düşmanı yoktur. Emile.De Grardin
Eğri olanın gölgesi de eğridir. Hz.Ali

ÖRNEK OLMAK ÜZERİNE
Çocukların nasihatten çok,iyi örneğe ihtiyacı vardır.Joseph Jobert
Nasihat etmek kolay,örnek olmak zordur.
İyi bir örnek,insanları yola getirmek için en iyi metot değil,tek çaredir.

OKUMAK ÜZERİNE
Okumayı hiçbir hazineye değişmem. E.Gibon
Okuma alışkanlıkların en iyisidir. A.Albelet
Okumayı öğrenmek en güç sanattır. Goethe
Şimdi oku,yarın mezarda  okuyamazsın.  Zübeyir Gündüzalp

                                           

EN BÜYÜK DÜŞMAN,#CEHALET#

Rafet ÖZCAN


ŞİMDİ KİTAP OKUMA ZAMANI

Kitap okumayı öğrenciye öğretmen 
kazandırır.
Kitaplar tozlu raflarda kalmasın.
Sınıf ve okul kütüphanesindeki kitaplar okunmayı bekliyor.
Eğitimciler öğrencilere örnek teşkil eder.
ÇOCUKLARA OKUMAYI SEVDİRECEK   3 ALTIN  ANAHTAR
1- Ona odasında bir kitaplık oluştur.
2- Çocuğun ne tür kitaplardan zevk aldığını öğrenmek ve ona göre kitap almak.
3- Olumlu davranışlarında onu kitapla ödüllendirmek.
OKUMAYI ENGELLEYEN ETKENLERİ ORTADAN KALDIRALIM
Kitap okumak sınavlarda anlamayı kolaylaştırır.
Yavaş okumak kitap okuma isteğini azaltır
Verim alınacak saatlerde kitap okunmalıdır.
OKUYABİLECEĞİNİZ KİTAPLARA NASIL ULAŞACAKSINIZ?
Büyüklerimizden ve öğretmenlerimizden yardım alalım.
Kitap okuma isteğinizi öğretmeninize söyleyin
Okuduğunuz kitabı iade etmeyi unutmayın.
Okumak için yeni kitap alın
Kitabı yırtma ve okuduktan sonra atma.
KİTAP OKURKEN NASIL DAVRANMALIYIZ?
Kitap okurken sessiz olmalıyız
Çevremizdekileri rahatsız etmemeliyiz
Kitap sayfalarını sessiz çevirmeliyiz.
Kitapları temiz tutmalıyız
Kapağını sayfalarını çizmemeliyiz.
Kütüphane gibi yerlerde kitap okurken asla sakız çiğnememeliyiz.
KİTAPLAR,SESSİZ ÖĞRETMENLERDİR
Bana kitaplarını göster sana nasıl bir ruh taşıdığını söyleyeyim.
Kitap hiç solmayacak bitkilerdir.
Okumak bir deva,anlamak bir şifadır.
İnsanlığa başlıca borcumuz:Üşenmeden okumak,bıkmadan okumaktır.
Şimdi oku,yarın mezarda okuyamazsın.
İLİM ,İLİM BİLMEKTİR,İLİM, KENDİNİ BİLMEKTİR.
Biz muhabbet fedaileriyiz,husumete vaktimiz yoktur.
Evet hakiki mü'min aldanır fakat aldatmaz.
HER İNSAN  ÖLÜMÜ TADACAKTIR.
Misafir olduğunu unutma!
Misafir olan kişi beraberce getirmediği şeye gönlünü bağlamaz.
Vücudunu mucidine feda et.
 Karşılığında büyük bir fiyat alacaksın.
Bu dünyadan aziz olarak çıkmaya çalış.
                                              

16 Ağustos 2013 Cuma

EĞİTİMİN GÜNCEL SORUNLARI

Rafet ÖZCAN

Öğretmen yetersizliği
Sınıfların kalabalık olması
Eğitimin sınavlara endekslenmiş olması
(SBS, ÖSS, ALES, ÜDS, KPSS, TUS, vb)
Ders kitaplarının niteliği
Yönetici atama yönetmeliğinin işletilememesi
Yabancı dil öğretiminin başarılı olmaması
Okullarda ders araç gereçlerinin yetersizliği
19. VE 20. YÜZYILDA FABRİKAYI MODEL ALAN OKULLAR
Günümüzde okullar, çocuklarımızı 21. yüzyıl sorunlarını çözebilecek beceriler kazandıracak şekilde yapılanmamıştır!
FABRİKALARI MODEL ALAN 20. YÜZYIL OKULLARININ TEMEL İŞLEVLERİ
Anne babaları fabrikalarda çalışmaya giden çocuklara güvenli bir ortam sağlamak, çocukları orada güvenli bir ortamda alıkoymak,
Gelecekte fabrikalarda çalışacak olan işgücünü yetiştirmek,
Toplumsal bütünleşmeyi sağlamak
Günümüzde okullar, dünyanın birçok ülkesinde temel işlevlerini yerine getirememekte, bu nedenle de ciddi eleştirilere uğramaktadır.
20. YÜZYILDA OKULLARIN İKİ TEMEL İŞLEVİ
Çocukları bir üst eğitime hazırlamak,
Çocukları hayata hazırlamak.
Okullarımız bu iki işlevi de yerine getirememektedir.
Okullarımız, çocukları üst öğrenime hazırlama işlevini dershanelere devretmiştir;
ilk ve orta öğretim kurumlarından mezun olanların gelir getiren bir işe yerleşmelerini sağlayacak becerilere sahip oldukları da söylenemez, dolayısıyla hayata hazırlama işlevini de yerine getirdiği söylenemez.
21. YÜZYILDA OKULLARIN İŞLEVİ
21. Yüzyılda eğitimin niteliği ve okulun işlevleri büyük ölçüde teknolojik değişim tarafından ve bu değişim karşısında takınılan tavır tarafından belirlenecektir.
İddia şudur: Günümüzdeki teknolojik gelişmelerin insanlık üzerindeki etkisi, sözlü kültürden yazılı kültüre geçiş kadar önemlidir. Başka bir deyişle, günümüzdeki teknolojik gelişmeler insanlığı en az yazının icadı kadar etkileyecektir. Söz konusu etkiyi, bilimsel bilgi miktarındaki artış hızında, bilgi birikiminde, bilgiye kolay erişimde, vb. görmek mümkündür.
Teknolojik olarak 21. Yüzyılda yaşıyor olmamıza rağmen okullarımız ne yazık ki 20. yüzyılda kaldı.
21. Yüzyılda eğitimin niteliği ve okulların işlevi, fabrikaları model alan eğitim ve okul anlayışıyla çözülemez.
21. Yüzyılda çözülmesi gereken yerel, ulusal ve küresel problemler önceki yüzyılların problemlerinden çok farklıdır. Açıkça belirtmek gerekirse, 2009-2010 yılında okula başlayacak ve 2067 yılında emekli olacak olan bireylerin gerçek dünyada karşı karşıya kaldıkları ve çözmek zorunda oldukları “küresel ısınma”,“kıtlık”, “yoksulluk”, “sağlık sorunları”, “çevre sorunları”, “dünya nüfusunun gittikçe daha hızlı bir şekilde artmakta oluşu” gibi ciddi problemler söz konusudur. Bu problemler, 20. Yüzyılın koşullarına göre yapılanmış olan okul ve eğitim anlayışının farklılaşmasını gerektirmektedir.(Devamı var.)

21. YÜZYILDA EĞİTİM ANLAYIŞI VE UYGULAMALARI

Rafet ÖZCAN                                                                                           

Hızlı teknolojik gelişmeler nedeniyle daha esnek, yaratıcı, karmaşık ve zorlayıcı (meydan okuyucu)
olacak gibi görünmektedir.
21. Yüzyılın henüz başında iken bile gittikçe artan bir ivmeyle küreselleşen, karmaşıklaşan ve özellikle medya tarafından adeta bilgi bombardımanına maruz kalan bir toplum ortaya çıktı ve biz bu toplumda yaşamımızı sürdüreceğiz.
21. YÜZYILIN ORTAYA ÇIKARDIĞI FIRSATLAR
Yeni bilgi ve iletişim teknolojileri geliştirilmekte,
Yeni enerji kaynakları üzerinde çalışılmakta,
Tıp alanında çok önemli gelişmeler yaşanmakta,
Tarihi yapılar aslına uygun olarak restore edilmekte,
Uzayın derinliklerinde olduğu kadar okyanus diplerinde yeni keşifler yapılmaktadır.
21. YÜZYILIN ORTAYA ÇIKARDIĞI FIRSATLAR
21. yüzyıl, insana sınırsız olanaklar sunmaktadır.
Bu olanaklar sayesinde anaokuluna yeni başlayan çocuklardan başlayarak toplumun en yaşlı bireyine varıncaya kadar herkes, gerçek dünyada bir değişiklik yaparak dünyanın daha yaşanabilir bir yer haline getirilmesine katkıda bulunabilir.
21. Yüzyılda eğitim bu anlayışı yansıtmalıdır.
21. YÜZYILDA OKULLAR
Disiplinler arası,
Bütünleştirilmiş,
proje temelli öğretim programları uygulamalıdır
21. YÜZYIL BECERİLERİ
İşbirliği – takım halinde çalışabilme becerisi
Eleştirel düşünme – karmaşık problemlerle uğraşabilme
Sözlü iletişim – sunum yapabilme
Yazılı iletişim – yazma becerisi
Teknoloji – teknolojiyi kullanabilme
Yurttaşlık – yerel, ulusal ve küresel sorunlarla uğraşma; işbaşında öğrenme
Meslekler hakkında bilgi edinme, yeni meslekler öğrenme – hem de stajyerlik yaparak
Bilimsel ve uygulamalı araştırmalar yapabilme
21. YÜZYILDA OKULLAR
Öğrencileri, gerçek dünyada karşı karşıya oldukları problemlerin çözümünü hedefleyen proje temelli öğretim programlarıyla yetiştirmelidir.
Bu yaklaşım,
geçmişin fabrikaları model alan eğitim anlayışının,
öğretimin ders kitabı ve kâğıt-kalemle sürdürüldüğü öğretmen merkezli eğitimin
terk edilmesi demektir.
21. YÜZYIL EĞİTİM ANLAYIŞI
, “okul”, “öğretmen”, “öğrenen”, “bilgi” ve “eğitilmiş birey” gibi kavramları yeniden tanımlanmalı
öğretim programları bu yeni anlayışla geliştirilmeli
21. YÜZYILIN OKULLARI
Okul, etrafı duvarlarla sınırlandırılmış “bina” olmaktan çıkıp “merkez” olarak örgütlenmelidir.
Bu merkezlerin sınırları geçirgen ve şeffaf olmalı, dünyadaki bilgi birikimine erişim konusunda,
öğretmenler,
öğrenciler ve
genel olarak toplum,
birbirleriyle sürekli iletişim halinde olmalıdır.
ÖĞRETMENİN ROLÜ
Öğretmen, bilgi dağıtıcısı olmaktan çıkıp öğrenme orkestrasının şefi olmalı,
Öğrencilerin,
Enformasyonu (ham bilgiyi) bilgiye (knowledge),
bilgiyi de bilgeliğe  (visdom)
dönüştürmelerine yardım eden kişi olmalıdır.
“ÖĞRENEN”
Öğrenenler, geçmişte olduğu gibi okula giden, zamanının belli bir bölümünü okulda geçiren, belli dersleri alan, geçer not ve derece/diploma alan kişiler olarak görülmemelidir.
ÖĞRETMENLER,
 21. YÜZYILIN ÖĞRENENLERİNE ŞU ŞEKİLDE YARDIMCI OLMAYA ÇALIŞMALIDIR:
Öğrencilerin ilgilerini canlı tutmak, gerçek dünyadaki yaşama hazırlanabilmeleri için neleri öğrenmeleri ve nasıl öğrenmeleri gerektiği konusunda yardımcı olmak,
Yaşam boyu öğrenme için gereken merak duygusunu sürekli canlı tutmak,
Daha iyi nasıl öğreneceklerse o şekilde öğrenmelerine yardımcı olmak, öğrenme yöntemleri konusunda esnek olmak,
Öğrenmeye okul dışında da devam etmeleri için, öğrencilerde öğrenme heyecanı yaratmak.
21. Yüzyıl okulu, bireylere 21. Yüzyıl okuryazarlıklarını kazandırmalıdır.
21. Yüzyıl okulu bilgiye erişebilen değil, aynı zamanda;
bilgi üreten,
üretilen bilgiyi teknolojiye dönüştürebilen,
gelişmiş teknolojilerden yararlanarak toplumun ihtiyaç duyduğu mal ve hizmetlerin üretiminde ve dağıtımında aktif rol alabilen,
işbirliği ve takım çalışması yapabilen,
inisiyatif alabilen,
sözlü ve yazılı iletişim becerilerine sahip,
düşünen,
yaratıcı,
esnek,
araştırmacı,
problem çözebilen kişiler yetiştirmelidir. (Devamı var)

21.YÜZYILDA EĞİTİMİN KRİTİK ÖZELLİKLERİ



21. Yüzyıl Becerileri
Küresel sınıflar, Küreselleşme
Disiplinlerarası ve Bütünleştirilmiş
Teknolojiler ve Multimedya
Öğrenci merkezli
Proje temelli ve araştırmalarla yönlendirilen
Yaratıcı kişisel ve sosyal değişim yaratma ve uyum sağlama, yaşam boyu öğrenme
Gerçek dünya ile ilişkili
21. YÜZYIL İÇİN OKURYAZARLIK TÜRLERİ
Güzel sanatlar ve yaratıcılık
Ekolojik okuryazarlık
Siber okuryazarlık
Fiziksel fitness ve sağlık okuryazarlığı
Küreselleşme ve çok kültürlülük okuryazarlığı
Sosyal / Duygusal okuryazarlık
Medya okuryazarlığı
Finansal okuryazarlık
DEĞİŞİM İÇİN
Eğitim ve öğrenmeyi, tıpkı dengeli beslenme ve egzersiz yapma gibi bir sağlık yöntemi olarak düşünmeye başlayın.  Kalp sağlığı için fiziksel egzersiz ne kadar önemliyse, zihin sağlığı için de  2000’li yıllarda öğrenme ve enformasyon (zihinsel egzersiz) o kadar önemlidir.
DEĞİŞİM İÇİN
Eğitim sistemi, dil ve sözel becerileri geliştiren öğretim programlarını daha fazla vurgulamalıdır. Dil ile genel zeka arasında çok yüksek bir korelasyon vardır.
Bir kimsenin yaşamının ilk yıllarındaki IQ düzeyindeki artış, o kişinin yaşamın ilerleyen yıllarında nörodejenerasyondan korunmasına yardımcı olmaktadır.
Dil, kendi başına sağlık ve refah açısından baskın bir role sahiptir.
DEĞİŞİM İÇİN
Öğrenme durağan bir dönem  olarak değil, devam eden bir süreç olarak düşünülmelidir. Devamlı yaşam boyu öğrenme, embiriyonik gelişimden başlayarak yaşamın en son dönemine kadar pekiştirilmelidir. Nöral gelişim açısından iki önemli dönem olduğunu biliyoruz: Bebeklik dönemi ve ergenlik dönemi.  Son yetişkinlik döneminin ortalarında üçüncü bir kritik dönem olabilir.
DEĞİŞİME DİRENÇ GÖSTERME
İletişimi çarpıtma
Sunulanları, olduğundan daha fazla bir şekilde kendi görüşlerine yakınmış gibi algılama
Sunulanları, kendi görüşünden aşırı derecede farklıymış gibi abartarak inandırıcı bulmama
DEĞİŞİME DİRENÇ GÖSTERME
“Biz bunu biliyorduk” sendromu!
***
RAFET ÖZCAN

8 Ağustos 2013 Perşembe

RİSALE-İ NURDAN VECİZELER




Zalim izzetinde, mazlum zilletinde kalıp buradan göçüp gidiyorlar. Demek bir mahkeme-i kübraya bırakılıyor.
İslamiyet güneş gibidir, üflemekle söndürülmez gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar.
Eğer vermek istemeseydi, istemek vermezdi.
Ey alem-i İslam! 
Uyan, Kur’an’a sarıl, İslamiyete maddi ve manevi bütün varlığınla müteveccih ol.
Her şey mânen Bismillâh der. Allah nâmına Allah’ın ni’metlerini getirip bizlere veriyorlar.
Sünnet-i Seniye, edebdir. Hiçbir mes’elesi yoktur ki, altında bir nur, bir edeb bulunmasın!
Sultan-ı kâinat birdir, her şey’in anahtarı O’nun yanında, her şeyin dizgini O’nun elindedir.
İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gâyesi; Hâlık-ı Kâinat’ı tanımak ve O’na îmân edip ibâdet etmektir.
Bu çiçek kimin turrası, kimin mührü ve kimin nakşı ise, elbette bütün yeryüzündeki o nevi çiçekler onun mühürleridir.
Ey insan! Sen kendine mâlik değilsin… Rahmeti hadsiz bir Rahîm-i Zât-ı Zülcelal’in memluküsün.
Kâinatta en yüksek hakikat imandır.
Amelinizde rıza-yı İlâhî olmalı. Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok.
Zaman gösterdi ki: Cennet ucuz değil, Cehennem dahi lüzumsuz değil.
İman hakikati öyle bir çekirdektir ki; eğer tecessüm etse bir cennet-i hususiye ondan çıkar, o çekirdeğin şecere-i tubası olur.
Risale-i Nur Kuran-ı Mu’ciz-ül Beyanın taht-ı tasarrufunda olduğundan,ona uzanan,ilişmek isteyen her el kırılır ve her dil kurur.
Şu misafirhane-i dünyada nazar-ı hikmetle baksan,hiçbir şeyi nizamsız gayesiz göremezsin.Nasıl sen nizamsız,gayesiz kalabilirsin?
Ebedi ömrün önündedir. O ömr-ü bakide göreceğin rahat ve lezzet, ancak bu fani ömürde sa’y ve çalışmalarına bağlıdır.

Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fâni dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme.
Allah için işleyiniz, Allah için görüşünüz, Allah için çalışınız. O vakit sizin ömrünüzün dakikaları, seneler hükmüne geçer.
Cisminin küçüklüğüne bakıp da günahlarını küçük zannetme.
Bak çeşmelere, çaylara, ırmaklara; yerden, dağlardan kaynamaları tesadüfi değildir.
Evet her hakikî hasenat gibi cesaretin dahi menbaı, imandır, ubudiyettir.
Elde Kur’ân gibi bir burhan-ı hakikat varken, Münkirleri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir?
Elde Kur’ân gibi bir mucize-i bâki varken, Başka burhan aramak aklıma zâid görünür.
Her kim hayat-ı fâniyeyi esas maksad yapsa, zahiren bir Cennet içinde olsa da manen cehennemdedir.
Kuran kalblere kuvvet ve gıdadır, ruhlara şifadır.
Evet ümidvar olunuz. Şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sadâ, İslâmın sadâsı olacaktır.
Bir şey tamamiyle elde edilemediği takdirde, o şeyi tamamiyle terketmek câiz değildir.
Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir.
Adâvet etmek istersen, kalbindeki adâvete adâvet et, onun ref’ine çalış.
Allah’ın hesabına kâinata bakan adam her ne müşahede ederse ilimdir.
Mâlâyâniyle iştigal, maksudu geri bırakıyor.
Haksızlığa karşı sükût etmek, hakka karşı bir hürmetsizliktir.
Evet, herşeyi maddiyatta arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyatı göremez.
“Ne kadar güzel yapılmış” de, “Ne kadar güzeldir.” deme.
Kabir, bu dâr-i fâniden firâk-ı ebedî ile ebedü’l-âbâd yolunda kurulmuş, açılmış evvelki menzil ve birinci kapıdır.
Herbir şeyde hususen zîhayatlarda öyle harika bir nakış, öyle mucizekârbir sanat var ki; onu öyle yapan elbette O olacaktır.
Kalb, ebedü’l-âbâda müteveccih açılmış bir penceredir; bu fâni dünyaya razı değildir.

6 Ağustos 2013 Salı

SAİD NURSİ,ŞEYH SAİD VE SAİD MOLLA

                                                 


Said Nursi, Şeyh Said ve Said Molla'nın fikirleri ve yaşantıları birbirine karıştıralacak kadar yakın mı? Bu üç Said'in birbirine sık sık karıştırılması cehalet mi, kasıt mı? Halbuki Said Nursi ve başlattığı hareket hakkında bir şeyler bilmek, bugünü ve geleceği anlamak için mutlaka gerekli. “Said Nursi ile Şeyh Said’i birbirine karıştıran yaygın bir cehalet var. Bu cehalet, uluslararası niteliği olan bilimsel bir toplantıyı sadece küçük bir ayrıntıdan yakalayarak ilgi menziline alıyor. Halbuki Said Nursi ve başlattığı hareket hakkında bir şeyler bilmek, bugünü ve geleceği anlamak için mutlaka gerekli.” Bu ifadeler Prof. Mümtaz’er Türköne’nin Zaman gazetesinin 23.11.2007 tarihli nüshasında yayınlanan “Bediüzzaman Said Nursi” başlıklı yazısında yer almakta.  Prof. Türköne’nin üzerine basarak ifade ettiği “cehalet,” Bediüzzaman Said Nursi’ye bilgisizce ve bilinçsizce muhalefet etmenin ilginç ve ibret verici örneğini ortaya koyuyor. Tabii işin içinde kolaycılık ve “el çabukluğu marifet” anlayışı da var. Böyle bir yaklaşım ise, yine Prof. Türköne’nin de yazısında konu ettiği uluslararası bir sempozyuma, “dünyanın değişik yerlerinden, ağırlıklı olarak Batı dünyasından bilim adamları”nın bir araya geldiği, “ciddi ve önemli konuların” konuşulduğu akademik bir organizasyona karşı kolaylıkla sergilenebiliyor. Üstelik aynı dönemlerde yaşayıp, ülke olarak yaşanan hadiselere birbirine taban tabana zıt tavır ve yaklaşım sergileyen iki isim Bediüzzaman Said Nursi’yi ve Şeyh Said’i aynı kefeye koyarak. Daha da ötesi onları aynı kişiymiş gibi görerek ve göstererek.


Bilinçli bir şekilde karıştırılıyor


Aynı yaklaşım ve art niyetin bir diğer örneğine TBMM çatısı altında da şahit olundu. 18-20 Kasım 2007 tarihlerinde İstanbul Kongre ve Gösteri Merkezi’nde gerçekleştirilen “Adalet: Risale-i Nur’a Göre Daha İyi Bir Dünyanın İnşasında Adaletin Yeri ve Rolü” başlıklı uluslararası sempozyumun sponsorları arasında Türk Hava Yolları (THY) da bulunuyordu. CHP milletvekili Kemal Anadol, Meclis TBMM Başkanlığı’na bir önerge sunmuş, bu önergesinde “Atatürk önderliğinde kurulan THY’nin, 1925’teki Şeyh Said isyanı nedeniyle hakkında soruşturma açılan ve sürgün edilen Said-i Nursi’nin kurucusu olduğu dini cemaatin öğretilerini konu alan toplantıya sponsor olması sizce doğru mudur?” sorusunu yöneltmişti. Bu ifadelerde üç ismin, Atatürk, Şeyh Said ve Said Nursi’nin gayet bilinçli ve özellikle tercih edildiği açıkça görülmekte. Hele Said Nursi’nin böyle bir olayda yer almadığı, hatta engellemek için elinden gelen gayreti sarfettiğinin bilincinde olduğu da kendisini göstermekte. Bu yüzden de böyle bir hareketin mazlumları arasında yer aldığını söylemek yerine, hakkında soruşturma açıldığı ve sürgün edildiği sinsice dile getirilmekte. Aynı programla ilgili sergilenen bilinçli bilgisizlik zincirinin bir başka halkasına daha değinelim. CHP’li Anadol’un soru önergesini 22 Kasım 2007 tarihli nüshasında “THY’den cemate sponsor olur mu?” başlığıyla veren Milliyet gazetesi, okurlarını Bediüzzaman’la ilgili bilgilendirme maksadıyla şu kısa tanıtım yazısını sunmayı ihmal etmemişti: “Said-i Nursi, Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi’nde ‘Yapıtlarıyla çağdaş uygarlığın, laikliğin karşısında yer aldı’ diye tanıtılıyor. Atatürk’e deccal diye saldıran Said-i Nursi, radyo, otomobil, elektrik gibi buluşları cin ve meleklerle açıkladı.” Tezat içinde tezat, kasıt içinde kasıt, art niyet içinde art niyet dolu ifadeler, yaklaşımlar ve iftiralar…Kaynak:http://www.moraldergisi.com/makale.php?mid=385


BİRBİRİNE ZIT İKİ SAİD


Birbirine zıt iki Said

Sanki Bediüzzaman, 13 Şubat 1925’te patlak veren ve adını Palulu Şeyh Said’den alan Şeyh Said Hadisesi öncesi ve sonrasında olaya kesinlikle katılmadığını söylememiş gibi. Sanki çevresindeki insanlara da katılmamaları yönünde ısrarlı telkinlerde bulunmamış gibi. Sanki o hararetli dönemde görüşlerini dikkate alan binlerce kişinin hayatının kurtulmasına vesile olmamış gibi. Sanki haksız ve mesnetsiz bir şekilde yerinden yurdundan alınıp ömrünün son demine kadar maruz kaldığı sürgünlere, baskı ve zulümlere rağmen müsbet tavrından ve duruşundan taviz vermemiş gibi…

Bir yanda yüzlerce kişinin ölümü, idamı; onbinlerce kişinin yerinden yurdundan sürülmesiyle neticelenen silahlı mücadeleye kalkışan Şeyh Said. Diğer yanda bu hareketin yanlışlığını ifade için çırpınan, engellemek için elinden geleni yapan Said Nursi.

Aralarında bir benzerlik, bir yakınlık kurabilen var mı?


Karıştırılan diğer isim: Said Molla

Bediüzzaman Said Nursi ile karıştırılan, özellikle karışık gösterilen bir başka isim daha var: Said Molla.

Dilerseniz biraz tanıyalım.
Uzun süre Osmanlı topraklarında misyonerlik faaliyetlerinde bulundu. Mondros Mütarekesi’nden (30 Ekim 1918) sonra İngiliz haber alma servisi ajanı olarak İstanbul’da bulunan, Milli Mücadeleyi engelleyebilmek için çalışmalar yürüten, Batı Anadolu’da Albay Emiling adıyla faaliyetlerde bulun İngiliz ajanı rahip Robert Frew (Rahip Fru) ile yakın ilişkileri oldu. 20 Mayıs 1920’de İstanbul’da İngiliz Muhipleri Cemiyeti’ni kurdu. Ajan Robert Frew aracılığıyla İngiliz yönetiminden parasal destek sağladı.

Hürriyet ve İtilaf Partisi’ne kurucu üye olarak katıldı.

1918-1921 arasında İstanbul Gazetesi’ni yayımladı. İngiliz casusu olduğu saptanınca, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Romanya’ya kaçtı. 1924’te “Yüzellilikler” listesine alındı ve 1927’de vatandaşlıktan çıkarıldı.

Sait Molla’nın Rahip Frew’a yazdığı bazı mektupların Nutuk’taki belgeler bölümünde “Said” imzasıyla yer verildiğini, Said Molla’nın Rahip Frew’a “Üstadım” “Sayın Üstad,” “Aziz Üstadım” gibi ifadeler kullandığını ifade edelim. Prof. Dr. Zeynep Korkmaz tarafından sadeleştirilerek tekrar düzenlenen “Kemal Atatürk Nutuk” isimli eserde “Said Molla Nasıl Çalışıyordu” başlığı altında sunulan mektuplar ibretli ifadelerle dolu. Mustafa Kemal’in Said Molla hakkındaki şu cümlesinde, bir vatan haininin portresi çok net olarak ortaya konulmakta:

“Said Molla’nın cemiyetin alenî teşebbüsatında olduğu gibi hafî (gizli) cihetinde de ondan daha ziyade rolü olduğu görülecektir.”

GERÇEK SAİD:BEDİÜZZAMAN


Gerçek Said: Bediüzzaman

Said Molla’yı az da olsa tanımış olduk. Peki aynı dönemlerde yaşayan Üstad Bediüzzaman ne yapıyordu?

Yıl 1922.

Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasının ve İstanbul’un işgalinin ardından, İngilizler Osmanlı yönetimi üzerinde yoğun baskı kurma çabası içinde.

Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiye azâlarından olan Said Nursi, İstanbul’daki tüm güç ve etki alanlarından kendi amaçları doğrultusunda faydalanmak için her aracı kullanan işgalci İngilizlerin ve işbirlikçilerinin bölücü ve yıkıcı tesirlerine karşı koymak için mücadele vermekte.

İngilizlerin Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiye aracılığıyla Anadolu’daki Kuva-yı Milliye’yi kınayan broşürler yayınlaması talebine şiddetle karşı çıkanlardan birisiydi Üstad Bediüzzaman.

Yine İngilizler, 10 Nisan 1920 tarihinde Saray’a baskı yaparak, Anadolu’daki bağımsızlık mücadelesi veren grupların isyancılar olduğuna ve onlarla savaşıp bertaraf etmelerinin bütün Müslümanların omuzlarına bir vecibe olarak yüklendiğini ifade eden fetva yayınlamaya mecbur etmişlerdi. Said Nursi, mezkûr fetva aleyhinde kaleme aldığı bir makalesinde şunları ifade etmişti:

“İşgal altındaki bir memlekette İngilizlerin emri ve tazyiki altında bulunan bir idarenin ve Meşihat’ın fetvası mualleldir; mesmu’ olamaz. Düşman istilâsına karşı harekete geçenler asi değillerdir. Fetva geri alınmalıdır.” (Necmeddin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi, Nesil Yayınları, 2005, s. 255.)

İngiliz Muhipleri Cemiyeti kurucusu Said Molla yine işgalci İngilizlerin yönlendirmesiyle Kürdistan Teali Cemiyeti’nin kurulmasında önemli rol oynamıştı. Bu cemiyetin önde gelen isimleri, Doğu bölgesinde özerk bir Kürt devletinin kurulması yönünde Said Nursi’nin desteğini kazanabilmek için çeşitli teşebbüslerde bulundular. Fakat o, gelen teklifleri kesin bir ifadeyle reddetti. Üstelik bununla da kalmayıp, Türklerle ittihada zarar verebilecek her türlü hareketi kınadı. Sözü edilen maksada yönelik Said Nursî’ye gelenlerden birisi, mezkur cemiyetin başkanı olan Seyyid Abdülkadir’e Said Nursi’nin verdiği cevap şu oldu:

“Allah-u Zülcelâl Hazretleri, Kur’ân-ı Kerim’de, [mealen] ‘Öyle bir kavim getireceğim ki, onlar Allah’ı severler, Allah da onları sever’ [5:54] diye buyurmuştur. Ben de bu beyan-ı İlâhî karşısında düşündüm, bu kavmin bin yıldan beri âlem-i İslâm’ın bayraktarlığını yapan Türk milleti olduğunu anladım. Bu kahraman millete hizmet yerine, dört yüz elli milyon hakikî Müslüman kardeş bedeline, birkaç akılsız kavmiyetçi kimsenin peşinden gitmem.”(Necmeddin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi, s. 233-234.)


Bediüzzaman, İngilizlere karşı

Said Nursi’nin, o dönemde İngilizlere karşı yaptığı mücadelenin en etkili vasıtalarından birisi Hutuvât-ı Sitte isimli risalesi oldu. Bediüzzaman, bu eserinde, İngiliz ve Yunanlıların, Müslümanlar arasında ihtilaf ve kavga çıkarmak için kullandıkları altı yöntemi açıklıyordu. Said Nursî, daha sonraki dönemlerde telif ettiği eserlerinde bu risaleyi, “İstanbul’daki efkâr-ı ulemâyı İngiliz aleyhine çevirip harekât-ı milliye lehinde ehemmiyetli hizmet eden” ve “İstanbul’u işgal eden İngilizlerin başkumandanının dehşetli planını kıran” bir eser olarak tarif eder. Kendi ifadesiyle bu plan, “İslâm içinde ihtilaf atıp, hatta Şeyhülislâm ve bir kısım hocaları kandırıp birbiri aleyhine sevk ederek itilâfçı, ittihatçı fırkalarını birbiriyle uğraştırmasıyla Yunanın galebesine ve harekât-ı milliyenin mağlûbiyetine zemin hazırlamaktı.” (Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Nesil Yayınları, 1996, C. 1, s. 1070)

Said Nursî’nin halk üzerindeki tesirini fark eden İngilizler ne mi yaptılar?

Cevap basit:

Derhal ondan kurtulmanın yollarını aramaya başladılar.

O sıralarda Bediüzzaman’ın yanında bulunan Molla Süleyman isimli talebesinin aktardığı şu hatırada önemli mesajlar bulunuyor:

“Divanyolu’na müteveccihen yola koyulduk. Mısırlı Said Molla (Mısır’da bir süre bulunduğu için bu unvanla aktarılmış) vardı. İngiliz Muhipleri Cemiyeti ikinci başkanı, itikatsız birisi, mason muydu neydi? Bu adam Haz*ret-i Üstad’ı İngilizlere ihbar ediyor. Üstad’ın şeklini, şemailini, kıyafetini, kaldığı yeri haber veriyor. Çünkü Hazret-i Üstad İngi*lizlere gazetelerde yazdığı yazılarda müthiş hücumlar ediyordu. …

Bir gün Ayasofya meydanında, işgal kuvvetlerinin askerleri bekliyorlardı. Üstad’ı yakalamak üzere idiler. Ben çok korktum. Bana dedi: ‘Süleyman sen arkamdan gel. Peşimi bırakma.’ Bu arada Yasin Sûresi’nden ‘Biz hem önlerinden bir set, hem arkalarından bir set çektik. Böylece onları sarıverdik. Artık görmez*ler” [36:9] meâlindeki âyeti okuyordu. Onlar bizi göremediler. Hemen yanlarından geçip eve geldik. Kapıyı vurdum, kapının açılması bi*raz gecikince içerdeki arkadaşa, ‘Çabuk aç kapıyı, yanımda Be*diüzzaman var’ dedim. Hemen kapıyı açtı ve içeri girdik. Hazret-i Üstad, divana oturdu. Ben ayaklarından çizmelerini çıkardım. Sonra bana sordu:

‘Süleyman ne anladın bu işten?’

‘Efendim, bilmiyorum’ dedim. Buyurdu ki:

‘İşgal kuvvetleri beni vurmak için emir almışlar. Ben seni kur*tarmak için öyle yaptım. Ben sana acıdım. Çünkü senin silahın yoktu. Yoksa ben onlardan on tanesini sıraya dizmiş ve hedefe almıştım. Ben ölene kadar onlardan en az on tanesini öldürür*düm.” (Necmeddin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi, s. 238-240.)

Bir yanda İngilizlerin ölüm listesine aldığı Said Nursi, diğer yanda İngilizlerin adamı Sait Molla.

Aralarında en küçük bir yakınlık, bir benzerlik görebilen, bir bağlantı kurabilen var mı?


* Bu haber Risale-i Nur Araştırma Merkezi tarafından hazırlanmıştır. Kaynak gösterilerek veya izin alınarak yayınlanabilir.

4 Ağustos 2013 Pazar

AHRAR DEMOKRATLAR 1


Ahrar ve demokrat tâbirlerini günümüzde "hürriyetçi demokrasi" şeklinde birleştirmek mümkün.
Ahrar, aynı zamanda Yeni Osmanlılar'ın (Jön Türkler) Eylül 1908'de kurdukları siyasî partinin ismidir.
O tarihte İstanbul'da bulunan Üstad Bediüzzaman, kendisinin ve talebelerinin İttihatçılara karşı "Ahrarlara nokta–i istinat" olduklarını beyan ediyor. (Emirdağ Lahikası, sayfa: 271)
Aynı desteği o tarihten otuz beş sene sonra bu kez Demokratlar için gösterdiklerini ifade eden Üstad Bediüzzaman, bu iki siyasî hareket arasında misyon bazında bir irtibat kuruyor ve Demokratları eski Ahrarların devamı ve takipçileri olarak tarif ediyor. (Bkz: Age, aynı sayfa; Beyanat ve Tenvirler, sayfa 202)
Münazarat isimli eserinde ise, hürrriyet ve meşrûtiyet hareketi ile, bu harekete ciddî katkıları bulunan Ahrar Fırkasının samimî hizmetlerinden bahseden Bediüzzaman, "ekser ahrarın mutekid Müslümanlar" olduğunu dikkat nazarlarına hatırlatma ihtiyacını duyuyor. (Age, s. 125)
Aynı eserin 83. sayfasında, samimî hürriyet ve meşrûtiyet sevdâlısı olarak gördüğü Ahrar Fırkası mensuplarının ciddî bir iktidar hazırlığı içinde olduğunu belirten Üstad Bediüzzaman, bu gayretlerin patlatılan mürettep "31 Mart Vak'ası"yla suya düşürüldüğünü ifade ediyor ve bunun "Câ-yı dikkat bir nokta-i siyah" olduğunu özellikle nazara veriyor.
Bediüzzaman Hazretleri, bütün bu aksiliklere rağmen, hürriyet ve meşrûtiyetin lüzumunu, ehemmiyetini avama da, havasa da anlatmaya devam eder.
Şarktaki aşiret mensuplarının "Şu tarif ettiğin meşrûtiyetin ne miktarı bize gelmiş ve niçin bütün gelmiyor?" şeklindeki suâlerini şu şekilde cevaplıyor Bediüzzaman Said Nursî: "Ancak, o­n kısmından bir kısmı size gelmiş. ...Siz eğer tembel kalıp da yolunu yapmazsanız, ...yüz sene sonra tamamen cemâlini göreceksiniz." (Münazarat, s, 29)
İşte, o "yüz sene" de geldi, çattı.
Üstad Bediüzzaman, 1907 senesinin sonlarında İstanbul'a geldi; 1908'de ise hürriyet ve meşrûtiyetin ilânında aktif vazife aldı. Gidişata bakarak da tarih verdi: "Yüz sene sonra" diyerek... (Devamı var)

AHRAR - HÜRRİYETÇİ DEMOKRATLAR 2




Yüz yıllık tarihi seyri içinde Ahrar'dan başlayıp Gültekin Uysal’a kadar uzanan siyasî çizginin adı "hürriyetçi demokrat" çizgidir.
Bu siyasî çizgi, şartlara bağlı olarak bazan perdelenerek gizlenmiş, bazan kopma noktasına gelecek kadar zayıflamış, bazan da tek başına iktidar olacak kadar kuvvetlenmiş.
Emirdağ Lâhikası'ndaki bir mektupta ifade edildiği gibi, komitacı İttihatçılar tarafından "Eskiden nasıl Ahrarlar iki defa (1909 ve 1913) başa geçtiği halde, az bir zamanda o­nları devirdiler. o­nların müttefiki olan İttihad-ı Muhammedî (asm) efradının çoklarını astılar ve 'Ahrar' denilen Demokratları kendilerinden daha dinsiz göstermeye çalıştılar" ise, benzer dehşetli hadiselerin Cumhuriyet döneminde de Demokratların başına getirilmek istendiği kat'îdir. (Age, s. 271)
Sayfa numarasını verdiğimiz bu mektupta, yaşanan ve yaşanması muhtemel olan hadiseler hakkında son derece ibretli ve çarpıcı tahliller yapılıyor, hatta gizli birtakım münasebetlerin kordinatları veriliyor. Meselâ, bir kısmını şu şekilde sıralayabiliriz:
1) İttihatçılar, iki defa darbe yaparak Ahrar'ı iktidardan düşürdüğü gibi, Halkçıların da, ne yapıp edip Demokratları iktidardan düşürmek için benzer arayışlara girdiği kat'iyyen anlaşılmış durumda.
2) İttihatçılar, Ahrar'ı kendilerinden daha dinsiz göstermeye çalıştıkları gibi, Halkçılar da Demokratlar için benzeri bir plan hazırlayacaklar ve dindar halkı Demokratlardan soğutmaya çalışacaklar. (Meselâ, Zübeyir Gündüzalp'in tâbiriyle, "Halkçıların dindarları" eliyle bir parti kurdurup, demokratların oyunu bölmek, dolayısıyla tek başına iktidar yolunu kapatmak gibi...)
3) Normalde, Nurcular hangi tarafa meyletse, ulemâ dahi o­na taraftar olur. Halkçılar ise, bu planı da bozmaya ve meselâ ulemânın resmî bir kısmını yanlarına alıp Demokratlara karşı sevk etmeye ve Demokratın tarafında, o­nlara mukabil gelecek Nur Talebelerini ezmeye çalışacaklar. Tâ ki, Nur Talebeleri vasıtasıyla ulemâ Demokrata iltica etmesin.
4) Halkçılar için, Demokratların iktidarı yerine, Demokratların oy potansiyelini bölen ve iktidar şansını elinden alan "dinci görünümlü" hareketin iktidarı daha ehven ve daha avantajlıdır. Zira, o­nlara her istediğini yaptırabilir.
Aynı mektupta saklı bulunan daha başka noktaları da muhakemenize, ferasetinize havale ediyoruz.
Otuz beş yıllık kesinti 
Meşrûtiyet zamanında Prens Sabahaddin Bey ve Mizancı Murat Beyin fikrî öncülüğünde boy gösteren Ahrar hareketi, 1913 yılındaki kanlı "Bâbıâli Baskını" ile ikinci büyük darbeyi yedi ve perde altında gizlenerek varlığını gizlice sürdürmeye çalıştı.
Otuz beş yıllık kesintiden sonra Adnan Menderes liderliğinde yeniden dirilen ve siyaset sahnesine çıkan bu siyasî hareket, Üstad Bediüzzaman ve talebelerinin "nokta-i istinat" olması ve halkın kahir ekseriyetinin de o­nlara destek vermesiyle, 1950'de tek başına iktidar mevkiine geldi.
Ne yazık ki, bu iktidar devresi ancak o­n yıl kadar sürebildi. 1960'ta yapılan kanlı bir darbe ile Demokratlar devrildi.
Hürriyetçi demokrasi kesintiye uğradı. Tıpkı, aynı Demokrat kadroların 1971'de muhtıra ve 1980'de ikinci bir darbe ile iktidardan düşürülmesi zamanında olduğu gibi...
Evet, ihtilâlci totaliter kafa, Ahrar–Demokrat kadroların iktidarını istemiyor. Bunun için de, akla gelebilecek her nevî düzenbazlığı sergilemekten geri durmuyor.
İşte bu noktada önem kazanan yegâne husus şu olsa gerektir: Ahrar ve Demokrat'a "nokta-i istinat" olanların, öyle olması gerekenlerin yıkılmaması, sarsılmaması...
Hele hele bugün için, o nokta-i istinat yerinde sağlam durursa, artık aşılmayacak engel kalmayacak demektir.
Zira, aradan geçen yüz yıllık süre içinde, hürriyetçi demokratlık ciddî bir mesafe kat ederken, totaliter kafa ise kuvvetini ve kamuoyu desteğini bir hayli kaybetmiş olmanın sancısıyla kıvranıyor. Ha gayret, yüz yıl önce müjdelenen hürriyet ve meşrûtiyetin "tam cemâli"ni görmeye, sadece bir ramak kaldı.

AHRAR DEMOKRAT ÇİZGİ 3



Bugünkü Demokrat Parti,geçmişteki Doğru Yol Partisi, Adalet Partisi ile Demokrat Partisinin devamı ve misyon takipçisi olduğunu alenen söylüyor.
Kimse de çıkıp buna itiraz etmiyor, yahut edemiyor.
Ayrıca, hiçbir parti çıkıp da "Hayır, o­nlar değil, Demokrat'ın devamı biziz" de demiyor.
İktidardaki parti ise, tıpkı Özal'ın söylediği gibi "Biz hiçbir partinin devamı, ya da takipçisi değiliz" diyor.
Dolayısıyla, AKP de aynen ANAP gibi köksüz ve misyonsuz bir partidir. Bunlar için, bir cihetiyle "Millî görüş gömleğini değiştirmiş, ancak Büyük Doğu (Necip Fazıl) çevresinden kopmamış bir siyasî hareket" tarifi yapılabilir.
Neticede, Demokratların devamı olmadığını zaten kendileri hiç çekinmeden söylüyor.
Buna göre, Demokratların devamı olarak geriye sadece Doğru Yol Partisi kalıyor.
Demokratların ise, Meşrûtiyet zamanındaki Ahrarlar olduğunu bizzat Bediüzzaman Said Nursî beyan ediyor.
Meselâ, Emirdağ Lâhikasındaki bir mektubunda aynen şu ifadeyi kullanıyor: "...Eski tahribatı tamirata başlayan hakikî vatanperverler olan Demokrat namında hamiyetli Ahrarlar, yani hürriyetperverler, Nur ve Nurcuları takdir etmelerine çok minnettarım. o­nların muvaffakiyetine çok duâ ediyorum. İnşaallah, o Ahrarlar istibdad-ı mutlakı kaldırıp tam bir hürriyet-i şer’iyeye vesile olacaklar." (Age, s. 267)
Aynı eserin bir başka mektubunda ise, DP'nin kongresinden bahsederken, gariptir ki "Ankara’da dindar Ahrarların kongresi" ifadesini kullanıyor. (Age, s. 426)
Tam bir hürriyet-i şer'iyeye vesile olmak, yahut hürriyetin cemalini tam görmek için telâffuz edilen "yüz sene"lik müddet doldu, dolacak gibi görünüyor.
* * * 
Meşrûtiyet zamanındaki Ahrar Fırkası, yeterince imkân fırsat bulup da gönlünce bir icraat yapamadı.
Cumhuriyet dönemindeki Ahrarlar olan DP ve AP ise, bu memlekette pek büyük hizmetlerde bulundu.
İktidar oldukları dönemlerde, ülkenin dört bir yanını şantiyeye çevirerek iş ve istihdam sahaları açtılar. Yollar yaptılar, fabrikalar kurdular, sanayi kollarını geliştirdiler, köylüye, çiftçiye rahat bir nefes aldırdılar.
En mühimi de, din ve vicdan hürriyeti noktasında büyük risk alarak icraatta bulundular. Denilebilir ki, bu uğurda lider ve yönetim kadrosundan şehitler verdiler.
Devrildiler, itildiler, kakıldılar; ancak, yine de yılmadılar ve başlattıkları memleket hizmetine kaldıkları yerden devam ettiler.
Şimdi, bir kez daha tek başına iktidara namzet olacak bir duruma geldiler.
Milletin, ülkenin pek ağırlaşmış sorunları var, cesurâne hizmet bekleyen nice meseleleri var.
Daha öncekiler gibi, bu büyük meselelerin üstesinden yine ancak Demokratlar gelebilir.
Yeter ki, o­nlara "nokta-i istinat" olacak kimseler, yani o isimsiz kahramanlar, yerinde sağlam dursunlar ve üzerine düşeni hakkıyla yapmaya çalışsınlar. Önemli bir hususu tekraren hatırlatarak bitirelim: Üstad Bediüzzaman'ın ifade buyurduğu gibi, Kur'ân'ın malı olan Risâle-i Nur, dünyada hiçbir siyasete âlet ve tabi olamaz. Risâle-i Nur talebelerinin Demokratlara bir "nokta-i istinat" olmaları ise, bizzat bu eserlerin müellifi tarafından vasiyet derecesinde tavsiye ediliyor.